Yerli Elektrikli Traktörün Fiyatı Belli Oldu!

Çiftçinin merakla beklediği yerli elektrikli traktörün fiyatı sonunda belli oldu.

208 beygir gücünde olan orta boy traktörün ücreti

buy kamagra 100mg

, 390 bin Türk Lirası olarak belirlendi. Türk çiftçisine ise 195 bin TL’den satılacak.

Heyecanla beklenen yerli elektrikli traktörün fiyatı açıklandı. 208 beygir gücünde bulunan orta boy traktörün fiyatı 390 bin TL’den piyasaya çıkacak. Türk çiftçisine 195 bin TL’den satılacak olan yerli elektrikli traktör ücretinin yarısı devlet tarafından karşılanacak.

ZY Elektrikli Traktör Yönetim Kurulu Başkanı Önder Yol, Küçük boy elektrikli traktörlerin çiftçiye satışında kolaylık yapılacağını, ilk tercihlerinin Türk çiftçisi olduğunun altını çizen Yol, bütün çiftçilerin traktör alabileceği bir sistem oluşturulacağını kaydetti.

BATARYASI 20 TL’YE DOLACAK

Yerli elektrikli traktörün bataryasını doldurma maliyeti yaklaşık 20 TL olacak. Bir saatlik şarj ile 7 saat aralıksız çalışabilecek. Yerli traktörün seri üretimi bu yıl içinde başlayacak.

Batarya ömrü yaklaşık 12 yıl 

Kullanılan ham madde nedeniyle dünyadaki bataryaların Çin malı olduğunu aktaran Yol, elektrikli traktörün bataryalarının üretimi için de bu ülkede ortaklık kurduklarını anlattı.

Yol, bataryaların bir somun veya cıvata olarak düşünülmesi gerektiğine işaret ederek, “Önemli olan batarya yönetim sistemleri. Biz şu an dünyadaki en iyi batarya yönetim sistemlerine sahip olduğumuza inanıyoruz, hatta bunu yapabilen sivil şirket olarak dünyada ilk 3’e gireriz.” diye konuştu.

Bataryaların ömrünün yaklaşık 4 bin defa doldurulup kullanılacak kadar olduğunu aktaran Yol, bunun kullanıma göre yaklaşık 12 yıla karşılık geldiğini ifade etti. Yol, bataryalara yapılan eklemelerle kullanım ömrünü 20 yıla çıkarabildiklerinin de altını çizdi.

www.mudurnuhaber.com

Erdoğan’ın zaferi kıtaları bile aştı!.

Al Jazeera televizyonu: Erdoğan’ın zaferi kıtaları bile aştı!

Arap ülkelerinde yayın yapan gazeteler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın seçim başarısını okuyucularına farklı şekillerde yansıttı. Katar merkezli “Al Jazeera” televizyonu seçim sonuçları için “Kıtaları bile aşan zafer” değerlendirmesinde bulunurken, Arap basını seçimlerdeki yüksek katılımı ön plana çıkardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim başarısını “tarihi” olarak nitelendiren Katar merkezli “Al Jazeera” televizyonu, konu ile ilgili haberinde “Kıtaları bile aşan zafer” değerlendirmesinde bulundu.

Haberde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın sadece Türkiye’de rakiplerini yenmekle kalmadığı, aynı zamanda zaferin uluslararası boyutta olduğu vurgulandı.

Katar’da yayın yapan “Şark” gazetesi de tam sayfa kutlama mesajı yayınlandı. Mesajda “Erdoğan’ı zafere Türk halkına olan güveninin taşıdığı” ifade edildi.

Kaynak: A haber

www.mudurnuhaber.com

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BOLU DA

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BOLU DA

AK Parti Bolu İl Başkanlığı 6. Olağan Kongresine katılmak üzere ilimize gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, kongre salonunda partililerle buluştu. Erdoğan, konuşmasında önemli mesajlar vererek, “Bolu’dan beklentimiz daha büyük” dedi. 

 

 

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Bolu İl Başkanlığı 6. Olağan Kongresine katılmak üzere Bolu’ya geldi. Erdoğan, kongre öncesi salon önünde Bolulu vatandaşlara hitap etti.

Partisinin 6. Olağan İl Kongresine katılmak üzere Bolu’ya gelen Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kongreye geçmeden önce salon önünde toplanan binlerce Bolulu vatandaşa hitap etti. Konuşmasına Boluluları selamlayarak başlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, gördüğü kalabalık ve coşku karşısında, “Dün Mersin böyleydi, Antalya böyleydi, bugün Bolu böyle. İnanıyorum ki şu an Sakarya da böyledir” dedi. En son 2009 yılında Bolu’ya gelmiş olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuşmasının devamında, “

Uzun bir ayrılığımız oldu, uzun bir zaman gelemdik. Heralde bizi bağışladınız. Yoğunlukları biliyorsunuz” ifadelerini kullandı. Çok hareketli bir dönemde kongreleri yaptıklarını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında önce çıkan açıklamaları ise şu şekilde:

  “Hani Yahya Kemal diyor ya: ‘Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi”
“Mehmetçiklerimiz terör örgütlerine karşı adeta bir savaş icra ediyorlar. Bugün itibariyle 3300 teröristi etkisiz hale getirdik. Hani Yahya Kemal diyor ya: ‘Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi. Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi. Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyednâmın. Galip et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın’ Şimdi de Mehmedimiz öyle yürüyor. Bıkmadan, usanmadan, kar fırtına demeden, dağ taş demeden yürüyorlar. Allah yolunda öldürülenlere de ölü demeyin. Onlar diridir ama siz anlamazsınız. Bunu bildikleri için de şehadete yürüyorlar, Özgür Suriye Ordusu ile birlikte yürüyorlar.”

 “Şöyle hep beraber bir söyleyin bakayım, şu Bolu’nun dağları bir inlesin”

“Kardeşlerim sizden isteğim şu: Her şeyden önce bir olacağız, beraber olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız. Ve bizim Rabiamızı unutmayın. Rabiamızda ne var: Tek millet var, 81 milyon tek milletiz. İki, tek bayrak, işte bayrağımız. Üç, tek vatan. Dört, tek devlet. Şöyle hep beraber bir söyleyin bakayım, şu Bolu’nun dağları bir inlesin. Rabbim bu bütünlüğümüzü, bu beraberliğimizi daim kılsın, kardeşliğimizi daim kılsın”

  “2019’da kaleleri içerden fethetmeye hazır mıyız?”

“Ama şimdi bir şey istiyorum sizden. Mart 2019 için hazır mıyız? Kapı kapı dolaşmaya hazır mıyız? Hanım kardeşlerim hazır mı? Kaleleri içerden fethetmeye hazır mı? Ana kademe hazır mı, gençler hazır mı? Ve bizler hiçbir zaman uzaklaştırıcı olmayacağız, kucaklayıcı olacağız. Hepiniz inşallah bu yoldaki dayanışmanızda inanıyorum ki Mart 2019’daki yerel seçimlerde, Kasım 2019’daki Parlemento ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi seçimlerind,  Allah’ın izniyle bayrağımızı yine buraya dikeceğiz.”

 “Bolu, 16 Nisan’da yüzde 62 ile Türkiye ortalamasının üzerinde bir sonuç elde etti”     

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti 6. Olağan Bolu İl Kongresinde konuştu. Salona girişiyle birlikte büyük bir coşku ve sevgi gösterisiyle karşılaşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasına Boluluları, partisinin kuruluşundan bugüne kadar teşkilatlarında görev yapmış olan dava arkadaşlarını selamlayarak başladı. “Kongremizin Bolu’yla birlikte ülkemiz, milletimiz ve demokrasimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum” sözleriyle konuşmasına devam eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Bolu, 16 Nisan’da yüzde 62 ile Türkiye ortalamasının üzerinde bir sonuç elde etti. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de yüzde 66’lık bir destekle aramızda yer almıştı. Bolulu tüm kardeşlerime özellikle teşekkür ediyorum. Bizim Bolu’dan beklentimiz daha büyük. 2019 yerel ve hükümet sistemi seçimlerine Bolu’yu çok daha üst sıralarda görmek istiyoruz. Köroğlu’nun ahfadına, Tokad-i Hayrettin’in, Akşemsettin’in, Ümmi Kemal’in yoldaşlarına böylesi yakışır. Şimdi öyle bir ses verin ki Bolu Dağı’nın zirvesinde direksiyon sallayan kamyoncu kardeşim de, Bolu tünelinden geçen otobüs şoförü kardeşim de duysun. Öyle bir ses verin ki yuvaları Bolu’da olan, ama şu anda Afrin’de operasyon yürüten komandolarımız dahi duysun” ifadelerini  kullandı.

Konuşmasının devamında AK Partililere 2019 seçimlerine hazır olun mesajı veren Erdoğan, salondan yükselen coşkulu ses karşısında, “İşte özlediğimiz, görmek istediğimiz Bolu budur. Maşallah, sizlerin desteği, Allah’ın yardımıyla 2019’da ülkemizi hem yeni yönetim sistemine geçirecek hem de 2023 hedeflerine bir adım daha yaklaştıracağız” diye konuştu.

 “Biz bu dağı deleriz dedik, deldik”

“AK Parti milletimize aşık. AK Parti bu vatana aşık” diyerek sözlerine devam eden Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca, Bolu Dağı’nda yaptıkları çalışmaya değinerek şunları söyledi: “Biz bu aşkla, bu heyecanla Ferhat olduk, milletimiz Şirin. Ve dağları deldik, dağları delerek Şirin’e ulaştık. Bolu Dağını kimse delemiyordu, ama biz deldik. Ve onlar ne diyorlardı: ‘Burayı patates deposu mu yapsak, yoksa buraya doğalgaz mı pompalasak?’ ‘Siz ne diyorsunuz’ dedik. Patates deposunu her yerde bulursun. Doğalgaz, onu da depolarız her yerde. Ama biz bu Bolu Dağındaki kazaları unutmuyoruz. Buralardaki trafik kazaları ile nice canlar gitti. Biz bu dağı deleriz dedik, deldik. Şimdi elhamdülillah oralardan bir ucundan girip bir ucundan geçiyor, öbür tarafta Şirine ulaşıyoruz.”

“Geçtiğimiz 15 yılda Bolu’ya da 11 katrilyon yatırım yaptık”

Bolu’ya yapılan yatırımlardan da bahseden Cumhurbaşkanı, “Geçtiğimiz 15 yılda Bolu’ya da 11 katrilyon yatırım yaptık Bolu’ya. Toplu konutta 5 bin 441 konutla şehrin çehresini değiştirdik. Bölünmüş yol uzunluğunu 300 kilometreye çıkardık. Tekke Barajı ile 3 barajın inşası da sürüyor. Dedeler ve Hasanlar Barajlarının inşasına da yakında başlıyoruz. Durmak yok, yola devam” şeklinde konuştu.

 Cumhurbaşkanı’na savaş uçakları eşlik etti 

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Bolu 6. İl teşkilatının olağan genel kuruluna katıldı. Cumhurbaşkanının Bolu’ya helikopterle gelişi sırasında savaş uçakları ile polis helikopterleri eşlik etti. Savaş uçakları Cumhurbaşkanının helikopterinin inişine kadar havada dakikalarca tur attı.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bolu’ya gelişinden bir gün önce emniyet önlemleri kırmızı alarma geçirildi. Karaçayır Spor Salonu çevresi ile Valilik Binası önünde kongre sonuna kadar kuş uçurtulmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Bolu’ya helikopterle geldi. Bu gelişi havadan polis helikopterleri ve savaş uçakları da havadan destek verdi. Bölgedeki evlerin balkonlarına ve çatılarına özel harekat timleri yerleştirildi. Belediye Temizlik İşlerinde çalışan personel çevre temizliği yaptı.

 Bin 500 polis görev yaptı 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yıllar sonra Bolu’ya gelişi, büyük heyecan yarattı. İlçelerden vatandaşlar akın akın kongreye geldi. Emniyet tedbirleri için 10 ilden ilimize yaklaşık Bin 500 sivil ve resmi polis geldi. Cumhurbaşkanının özel korumaları hem seçim otobüsünde hem de seçim otobüsünün çevresinde kuş uçurtulmadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kapalı spor salonuna gelmeden önce seçim otobüsünü durdurarak küçük çocuklara çeşitli hediyeler dağıttı.

 

Ak Parti Bolu İl Teşkilatı Yönetim Kurulu Listesi şöyle oluştu;

İl Başkanı Nurettin Doğanay

Yönetim Kurulu

1.    Mazhar Bozoğlu

2.    Suat Güner

3.    Hasan Kanca

4.    Cemil Akay

5.    Sinan Seymen

6.    İbrahim Yılmaz

7.    Emine Aydemir

8.    Oğuzhan Özçelik

9.    Salih Aziz Ardıhan

10.    Özgür Arı

11.    Zerrin Yavuz Açıkalın

12.    Nuri Teke

13.    Ramazan Zengin

14.    Hakan Özsoy

15.    Selma Ünal

16.    Taha Furkan Sönmezel

17.    Nuray Malkoç.

18.    Duran Bayrak

19.    Ahmet Uzunoğlan

20.    Faruk Gören

21.    Sabri Gökdemir

22.    Yakup Cüneyt Koparan

23.    Zühtü Böçgün

24.    Ali İmran Çatana

25.    Hatice Dinç

26.    Mustafa Nuri Gürsoy

27.    Kamil Özkan

28.    Zeynep Karavaş

29.    Nur Kübra Hendekcigil

Disiplin Kurulu Üyeler

1.    Kenan Bulut

2.    Kemal Aydınöz

3.    Mehtap Demirses Burku

4.    İsmail Erkoç

5.    Durmuş Tunç

Demokrasi Hakem Kurulu

1.    Mehmet Arıkan

2.    Hüsniye Bayram

3.    Nigar Öztürk

Büyük Kongre Delegeleri

1.    Nurettin Doğanay

2.    Alaaddin Yılmaz

3.    Arzu Aydın

4.    Samet Kocadağ

5.    Yaşar Yüceer

6.    Ahmet Eker

 

Kaynak: Bolunun sesi

www.mudurnuhaber.com

DARBE

DARBE !

15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye tarihinin  unutamayacağı gecelerden biri olarak akıllara kazındı.

O gece İstanbul ve Ankara da yaşayanlar olaylara en yakın olanlardı. Kimse gece geç saatlere kadar ne olup bittiğini anlayamadı. İstanbul da   Tanklar  Köprüde ulaşımı durdurdu.

 

DIŞARIDAN SALDIRI VAR  ZANNETTİK , MEĞER PROBLEM İÇİMİZDEYMİŞ

Geçtiğimiz aylarda İstanbul da  Canlı bomba  ile saldırılar yapıldığı için, her vatandaşın aklına yine İstanbul da  bir problem var diye geldi. Bazıları  Köprünün kapatılmasında  değişik senaryolar yazarken esas gerçek ilerleyen saatlerde Köprü üzerindeki Tanklar ve Askerlerin  masum halkın üzerine ateş açması ile anlaşıldı.  DARBE  GİRİŞİMİ

 

TÜRKİYE İÇİN KARA BİR GÜN

15 Temmuz  2016 gecesi yaşananlar Türkiye tarihine kara bir gün olarak geçti,  Askeriye DARBE girişiminde bulunarak Ülke yönetimini ele geçirmeye  çalıştı. Tüm bu olan biteni vatandaşlar ilk saatlerde Televizyonlar dan Amerikan filmi seyreder gibi izledi. Devlet Televizyonu TRT yi ele geçiren teröristler  zorla spikere  DARBE metnini okuttu.

 

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN HALKI SOKAĞA DAVET ETTİ

Hain planda ilk hedef Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN dı,  Erdoğan ı öldürmek için  harekete geçen Tim  vatandaşın verdiği  Vergiler ile alınan Helikopter ve mühimmat ile   Cumhurbaşkanımızın kaldığı yere saldırı düzenledir. Nasıl bir akıldır ki bu kadar organizeli bir şekilde Ülke nin  yönetimini ele geçirmeye çalışıyorlar?

 

VATANDAŞ SOKAĞA ÇIKARAK DESTEK VERDİ

Cumhurbaşkanı  Recep Tayyip ERDOĞAN  ın Cep telefonu ile Tv ye bağlanarak halkı sokağa davet etmesi büyük bir destek buldu. Eline Türk bayraklarını alanlar  sokaklara hareket etti, Türkiye nin Tüm illerinde sokaklar doldu taştı, Ezanlar okundu destek Selaları verildi. Verilen bu Sela ve Ezanlar birlik ve beraberlik çağrısıydı, çoğu kişi Bayraklarını alıp çoluk, çocuk meydanlara koşarken Ezan ve Sela dan rahatsız olup gece yarısı nedir bu gürültü yatın uyuyun diyenlerde vardı.  Bazı kişiler, sosyal medya üzerinden algı operasyonu yapıp oturun evinizde , dışarı çıkıpta ne yapacaksınız, zaten ortalık karışık diye arkadaşlarını ve çevrelerini engellemeye çalıştılar.

 

 ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN

15 Temmuz gecesi yaşananların ardından Ülkemizde  çoğu şeyler değişti,  aslında  Türkiye neyi nasıl üretirimi düşünmesi gerekirken içine düştüğü bu felaketten  halkımızın duaları ile inşaallah en kısa zamanda kurtulacaktır. Allah yar ve yardımcımız olsun.

 

       Aydın ÖZPELİT

www.mudurnuhaber.com

 

 

 

 

Volkswagen üzerinden İslam dünyasına oynanan büyük oyun

Volkswagen üzerinden İslam dünyasına oynanan büyük oyun

Haberseyret.com yazarı Bi Simit, İslam coğrafyası üzerinde oynanan oyunlara ve bu oyunlara karşı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği savaşa dair çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

zuntikamin-silahi-erdogan

İşte o yazı:

Yazmak kanımı kaynatmıyor artık. Yazmak bana keyif vermiyor. Sadece canımı acıtıyor yazmak. Öfkemi kabartıyor. Gözlerim yaşarıyor kalem tuttuğumda. Eksik olan bir şeyler olduğunu hissediyorum. Bir yandan da yazmak zorunda olduğumu. Çünkü her taraftan saldırıyorlar. Çünkü her taraftan gedik açıyorlar. Ellerimizde kum, toprak, su niyetine harfler ve cümleler. Birileri bu devletin planlarını ve öngörüsünü yazmalı. Birileri bu milleti belkilerden ve ihtimallerden kurtarmalı. Milletin planları ve olanları bilmesini yıllar boyunca tehlike olarak görenler yüzünden asıldı Menderes. Bu yüzden zehirlendi Özal. Şimdi yine ne olduğunu bilmeyen. Ne olacağını kestiremeyen bir millet ve bütün şer odaklarına karşı savaşan bir lider. Bu millet bu liderin arkasında dursun evet. Ama ne olur birileri bu millete neler olup bittiğini de anlatsın.

Küçükken okula gittiğimde, medreseye giden abimin yol parası olmadığı için haftada bir defa gelmek yerine ayda bir defa da olsa eve gelişlerini özledim. Her geldiğinde getirdiği ezgi kasetlerini. Babam’ın 28 Şubat gecesi sobada yaktığı arapça kitapları ve kürtçe beyit kasetlerini özledim. Medresede diz çöktüğümde küçük olduğum için anlamadığım halde ezberlediğim nasara-yensuruları, darabe zeydun amran örneklerini, Şule Yüksel’in Huzur Sokağı kitabında Bilal’in dünyevi aşkına kavuşamayışı oldu beni sevindiren. Grup Maveranın “Adınla büyü bebeğim, adın şehadet” dediği her saniyeyi, her saliseyi zerre zerre oksijen gibi içime çekerek Çeçen dağlarında Şamil Basayev’i, Mashadov’u, Salman Raduyev’i düşündüğüm günleri özledim. Yavuz Bahadıroğlu’nun kitaplarını. Temürmelik’i özledim. Harzemşah Celaleddini. Sunguroğlu’nu. Çağrı filmini izlerken Hz. Hamza birkaç adım attıktan sonra düştüğünde ağlamayı. “Hz. Vahşi’ye kin besleme sakın, o da bir sahabe” diyerek duygularımı dengelemeye çalışan Babamın uyarısını. Erbakan’ın kendine özgü zafer işaretini yaparken kalbime anlam veremediğim o sıcaklığın düştüğü günleri.

Belki de Endülüs’e veda etmemeliydi Yavuz Bahadıroğlu. O kitabı yazması için ona gerekçe veren tarihi olaylar hiç olmamalıydı. Müslümanların fethi unutup tembelliği, zevk-ü sefayı, şehveti ve keyfiyeti el üstünde tuttuğu andan itibaren ellerinden kayıp giden Endülüs’ü anlatan o kitabı yazdırmamalıydı Endülüs’ün sultanları. Ama şehadetin tadını çoktan unutmuşlardı. Tarık Bin Ziyad’ın gemileri neden yaktırdığını unutmuşlardı. Çünkü ellerinde hikâyeleri kalmamıştı. Kahramanları kalmamıştı. Tükenmişlerdi. Tıpkı elimizden Mevdudi’nin, Malcolm X’in, Seyyid Kutup’un, Ömer Muhtar’ın, Aliya’nın, Hasan El Benna’nın, İkbal’in, Hattab’ın, Dudayev’in gidişi gibi. Elimizde hiçbir şey bırakmamıştı modernizm. Çok güzel anlatıyordu Aliya İzzetbegoviç çağı kaybetmiş Müslümanları. “En kötü birleşim: Boş bir ruh ve dolu bir mide!” diyordu Aliya. Evet, birçok konuda rebeze çölünün kırık kanadı Ebuzer el-Gıfari’ye (r.a.) katılmak zorunda kalsam da bir konuda ona hak veremedim. “Evinde yiyecek ekmeği olmadığı halde kınından ayrılmış bir kılıç gibi isyan etmeyene şaşarım” diyen Ebuzer’e bu konuda hak veremiyordum. Bizler karnımız açken çok daha Müslüman olduğumuzu biliyorum çünkü. Güçsüzken aslında çok daha güçlü olduğumuzu biliyorum. Elimizden başörtümüz alındığında mesela, elimizden ezan alındığında, elimizden kutsallarımız alındığında bizler bugün olduğundan çok daha erkektik, bunu biliyorum.

Ortalık yine çok karışık. Cizre’yi filan yazmayacağım. Diyarbakır’ı da. Hakkâri ya da Dağlıca’yı da. Buralar bizim. Bizim olana yoğunlaşmak, bizim olupta elimizden almak istedikleri başka yerleri ihmal etmemize neden oluyor. Bizler Halep’i konuşurken, Musul’u ve Kerkük’ü konuşurken Türkiye’nin medyası bütün dikkatleri Cizre’ye çekiyor. Bizim cenahın medyası da maalesef öyle. Salak diyorum kusura bakmasınlar. Salaksınız oğlum işte. Hepiniz salaksınız. Erdoğan’a yardım mı etmek istiyorsunuz? Doğan medyası gibi siz de saldırın en azından ki hangi tarafta olduğunuz netleşsin. Bu milletin size harcadığı paraya yazık ulan. Bütün dünyanın peşinde olduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan daha geçen gün yine bizim cenahtan bir kanalda canlı yayına çıkıyor. Sunucu’nun sorduğu soruyu aktarıyorum aynen : “Cumhurbaşkanım şu anda Reisçilik ve Hocacılık diye kavramlar var. Ne düşünüyorsunuz?”

Şimdi diyorum ya. Bütün dünyanın peşinde olduğu Erdoğan tutup Ümmete faydası olsun diye senin kanalında, senin programında canlı yayına çıkıyor ve sen tutup Erdoğan’a bu soruyu soruyorsun. Milllet Halep’i sormanı bekliyor, Suriye’deki mücahitleri sormanı bekliyor, İran açık bir şekilde generallerini Esed ve PKK komutanlarına destek olsun diye gönderip fotoğrafları medyaya servis ederken Türkiye neden generallerini Suriye’de Ahraru Şam ya da Peşmerge’nin yanına göndermiyor? Türkiye neden generallerini Çeçen mücahitlerin yanına gönderip fotoğraflar servis etmiyor. Millet sunucudan kana kan, dişe diş sorular beklerken bizim geri zekâlı sunucu tutup Hocacı mı yoksa Reisci mi diye bir soru ile Erdoğan’ı dumura uğratıyor.

Kardeşlerim ben mi abartıyorum? Ya ben bu dünyadan değilim ya da bizim en kaliteli gazeteci diye ekrana koyduklarımız aslında bir ahmaktan ibaret.

Dikkatinizi Cizre’ye, Dağlıca’ya vermeyin. Hepsi birer yem. Gözünüzü dışarıya dikin. Gözünüzü Suriye’den, Yemen’den, Mısır’dan ayırmayın.

Sizlere yazacağım ve sizinle paylaşacağım çok şey varken üç-dört ayda bir yazı yazmamın sebebi de bütün bunları biliyor olmanın verdiği ızdırap değil mi? Hadi kabul edin artık. Biz en zayıf olduğumuz günlerde kazandık. En güçlü olduğumuz dönemde kaybettik. Bu tıpkı Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemine benziyor. Cennet mekân Kanuni Sultan Süleyman için Osmanlı Devleti’nin en yüce Sultanı derler. Osmanlı Devletinin en başarılı, ufukları en çok arşınlamış komutanı. Oysa benim için Cennetmekân Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı Devleti duraklama devrinin ilk padişahıdır. Çünkü tarihi tersten okuduğunuz zaman en son planlı ve düzenli fetihler onun zamanında gerçekleşmişse de Osmanlı Devletinin çöküşünü hızlandıran ilk Viyana kuşatması da bu Padişah zamanında başarısızlığa uğramıştı. Onu suçlamıyorum. Sadece tarih kalbimden geçen verileri doğrular nitelikte. Osmanlı Devleti’nin en güçlü olduğu, en zengin olduğu, halk arasında hiç aç olmadığı, herkesin refah yaşadığı, vergilerin fazla geldiği, bunun üzerine bazı ülkelerden Osmanlı Devletinin vergi almamaya başladığı (kapitülasyonlar) bir dönemden bahsediyorum. Acı ve sıkıntı olmayınca zaferlerin sona erdiği tezini en çok Kanuni Sultan Süleyman devri doğruluyor. Yanlış anlaşılmasın. Cennetmekân bir Sultanı yermek benim haddime değil. Sadece tarihi tespitler üzerinden değerlendiriyorum ve bu değerlendirmeyi de en güzel Kanuni üzerinden anlatabileceğimi düşündüm. Bu yüzden bana göre Osmanlı Devleti’nin en zayıf Sultanı Kanuni’ydi. Çünkü karnı toktu. Çünkü zengindi. Çünkü kudretliydi. Çünkü psikolojik sınırlara ulaşmıştı. Çünkü artık herkesin gözünde yenilmezdi. Peki, yenilmez olanı yenersen ne olur? Yani birine yenilmez dedikten sonra, o kişi 1.Viyana kuşatmasında olduğu gibi başarısız olursa ne olur? Önce psikolojik olarak kalplerde daha sonra da somut olarak sahada galip olursun. İşte Avrupa Kanuni’ye bu kötülüğü yaptı. Onu yenilmez olarak nitelendirdi. Ona bütün yüce sıfatları yakıştırdı. Onu Osmanlı Devleti’nin kudreti ile eş tuttu. Ve daha sonra Viyana kapılarında onu durdurdu. Ve kendi halkına “İşte yenilmez olanı, durdurulamaz olanı durdurduk, şimdi yok etme zamanı” diyerek Osmanlı’ya karşı bir eylem başlattı.

Biz tok günlerin adamı değiliz dostlar. Steve Jobs’ın bir üniversitenin mezuniyet balosunda yaptığı konuşmanın milyonlarca defa youtube’da tıklanıyor olmasının sebebi o adamın yüzde yüz haklı olması değil mi? “Aç kal, budala kal” diyordu Steve Jobs. Çünkü sen aç kaldığın müddetçe gözlerin, ellerin, kalbin ve beynin yeni arayışlara yönelecek. Tok olduğun müddetçe, yani derdin ve tasan olmadığı müddetçe dünya hayatı senin için bir eğlence merkezinden ibaret olacak. Bilmiyorum yeterli mi bu kadar örnek. Fark ettiyseniz tek bir şey anlatmaya çalıştım ey Ümmet. Tek bir soru sormaya çalıştım. DERDİN VAR MI? HEDEFİN VAR MI? AMACIN VAR MI?

Hadi modernizmin rüzgârında savrulan kardeşlerime onların anlayacağı tarzda, cafcaflı bir iş başvurusu stilinde sorayım bu soruyu. 10 yıl sonra ÜMMETİ nerede görüyorsunuz? Ya da 100 yıl sonra?

Neyse konuya gireyim artık. Evet, daha başlamadım. Ne yapayım. Ben de içimi dökmeden yazamıyorum işte. Sizi kardeşim gibi gördüğüm için aklıma ne gelirse sıraya koymadan diziyorum. Eski yazılarımı okuyan kardeşlerim bu yazdıklarımı çok rahat anlayacaklardır. Bu yazdıklarımı bütünleştiremeyen dostlarımdan ricam da eski yazılarımı mutlaka okumalarıdır.

Bağlantı kurmayı seviyorum. Resimlere bakmayı, denklemleri birbirine bağlamayı. Ortada televizyon varsa kumandayı aramak aptallık değil. Ortada bilgisayar varsa gözün hemen Mouse’u da arıyor ister istemez. Gelelim meseleler zincirine. Kâbe’de bir kaza oluyor. Kazanın sebebi komik bir ihmal. Müsebbibi ise Bin Ladin Şirketler Grubu. Bin Ladin şirketler grubu Suudi Arabistan kurulduğu günden itibaren (kuruluşundan sonra yaklaşık 15 yıl içerisinde) Bin Ladin ailesinin kurduğu bir holding yapılanması. Suudi Arabistan ile beraber küçülüp, Suudi Arabistan ile beraber büyüyen bir şirket. O kadar ironik ki Suud’da bir kral düşse, ya da kral değişse zaman zaman bu şirkette de kayıplar ve yönetimsel değişiklikler oluyor. Yani Suudi’yi yöneten eller, Bin Ladin şirketler grubunu da yönetiyor. Bu şirket isimlerini unutmayın.

Hac esnasında kaza oluyor. Sebebi yine komik. İki çapraz sokaktan gelen hacıların kontrolsüz bir şekilde ortada buluşması ile birbirini ezmesi ve yaklaşık 500 şehit. Sokak dediysek sanmayın gerçek sokak. Sokak dedikleri tel örgüler ya da bariyerlerle suni bir şekilde yapılmış geçiş yolları. Yani iki çapraz geçiş yolu kasıtlı bir şekilde yapılıyor ki gelenler birbiri ile çarpışsın. Bunu yapan da G4S güvenlik şirketi. Patronu ise daha önce British Gas PLC şirketinin de kurucularından Güney Afrika Asıllı Ashley Martin Almanza isimli şahıs. Kendisi aslen finansçı. Londra eğitimli. İngiliz güdümlü. Güney Afrikalı dediysem siyahi biri sanmayın. Bir eroin kadar beyaz. Evet şeker ya da un gibi kutsal nimetlere benzetmek istemedim kendisini. BİR EROİN KADAR BEYAZ. Tekrar ediyorum; bu bahsettiğim şirketleri ve isimleri sakın unutmayın. Az sonra hepsi lazım olacak.

Bu iki olay daha sıcaklığını korurken Amerika’da yaşayan 29 yaşındaki Prens Macid Abdülaziz el-Suudi Beverly Hills’teki milyon dolarlık malikânesinde bir kadın çalışanı taciz ettiği iddiasıyla tutuklanıyor. Yanlış anlamayın. Prensi savunmuyorum. Hepsi bu dünyada yaşadığı lüksün cezasını ahirette ödeyecek. Bu konulara girip dikkatinizi dağıtmak istemiyorum. Daha sonra Prens Üç Yüz Bin dolar kefaretle serbest bırakılıyor. Tabi sözde. Arka planda ABD devleti Suudi’den ne aldı bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey bu Prens’in şu anki Kral Selman’a yakın biri olduğu. Aslında olay bu bile değil. İşin içinde 3 tane temizlikçi kadın var. 3’ü de aynı anda şikâyetçi oluyor. Yani Prens 3’üne aynı anda taciz etmiş olamaz. 3’ü de bir yerlerden direktif alıyor ancak zamanlama hatası yapıyorlar. Yani aynı anda saldırdığını iddia ediyorlar. Bu olayı da ellerine gözlerine bulaştırıyorlar.

Yine ne hikmetse aynı bölgede; yani Beverly Hills’de Katarlı bir prens aşırı hızdan dolayı polis tarafından tutuklanıyor. Prens Hamid bin Hamad ailesinden. Bu olaylar hep aynı haftada oluyor. Yine aleyhte suçlamalar ve işlemler gerçekleştiriliyor.

Bir iki gün sonra İran medyasından haberler yayılıyor. Kabe’de şehit olan hacıların sayısının 5000 olduğu; ancak Suudi’n bunu sakladığı iddia ediliyor. İran medyası ortaya öyle bir yem atıyor ki bizim Türkiye’deki medya bile bu habere balıklama atlayıp İran’ın reklamını yapıyor. Türkiye’deki medya dediysem yanlış anlamayın. Doğan ya da Paralel medyası değil ha ! Hani bize ait olduğunu sandığımız, Müslümanlara çalıştığını sandığımız beş para etmez, canlı yayında başörtülü birinin kıçını göstererek, bir erkek sunucunun eli ile yine bu bayanın beline masaj yaptırarak bunu yayınlayan rezil bir televizyon kanalının haber sitesinden bahsediyorum. Anladınız siz o yeteneksiz, kabiliyetsiz ahmakları. İşte stratejik hamlelerden habersiz, kopyala-yapıştır haberlerle hayatını idame ettiren bu tür yayın organları tutup İran medyasının borazanlığını yapıyor. Bilerek mi? Tabi ki hayır. Bunların bunu bilerek yapacak kadar bile zeki olmadığı aşikâr. Neyse devam edelim.

Olaylar zinciri devam ediyor. İngiliz The Guardian gazetesinde bir röportaj yayınlanıyor. Güya Suud ailesinden bir başka Prens The Guardian kâfirine demeç veriyor. Kral Selman’ın ülkeyi iyi yönetemediğini ve bu yüzden Suudi’n geleceğinin karanlık olduğunu söylüyor. Bununla da yetinmeyip Suud ailesinin bütün büyüklerine mektup yazdığını ve Selman’ı azletmeleri gerektiğini ifade ediyor. Ne hikmetse bu Prensler, bu röportajlar, bu demeçler hep The Guardian’ı buluyor. Eeee, adamlar adil ne de olsa, güvenilir ne de olsa. Hem Arabistan yarımadasını Osmanlı’dan alıp onlara teslim eden de İngiliz The Guardian’ı kuranların ataları değil miydi?

Bu kadar mı? Değil tabi. Bütün bu olaylardan sonra finans baronları yaygarayı koparıyor. Suudi Arabistan’ın petrol fiyatlarındaki düşüş ve Yemen’deki operasyonları bahane ederek uluslararası piyasalardan 70 milyar dolarını geri çektiğini salya sümük haber yaptılar. Bu haberi de Kral Selman’ın fotoğrafı ile yaptılar. Evet, burada YEMEN bahanesini sakın es geçmeyin.

Şimdi fotoğrafları birleştiriyorum. Fırtına burada kopuyor. Beverly Hills’deki otellerin de, Kabe’nin güvenliğinden sorumlu GS4 şirketinin de ve en önemlisi bu çok dikkat edin İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’in 100 milyar dolardan fazla servetini de, durun daha bitmedi, Türkiye’de 17 Aralık darbesini gerçekleştirip İran’daki gibi devrim yapmak isteyen ancak beceremeyen Fethullah Gülen’in şirketlerinin kazançlarını da yöneten Blackrock ve Legal and General finans şirketleri. Eee? Yetmediyse bir bomba daha patlatalım. Suudi Arabistanın piyasadan çektiği 70 milyar dolarlık fonun da aynı zamanda yöneticisi olan Blackrock ve Legal and General şirketlerinden bahsediyorum. Şimdi oturuyor mu taşlar yerine? Biliyorum çoğunuz bu makaleyi dinleyecek; ancak aradaki bağıntıları iyi kurmanız için makaleyi ayrıca okumanızı da tavsiye ediyorum.

Dostlar bu kâfirler o kadar koldan saldırıyorlar ki.

Şimdi çok gerilere gidelim. “Ses Kayıtları Gerçek Ama” başlıklı bir yazı yazmıştım. 2014 yılında. Arap şeyhlerin paralarını Avrupa ve Amerika’dan çekerek Türkiye’ye yatırdığını ve Erdoğan önderliğinde yeni bir dünya düzenine hazırlanmak istediklerini söylemiştim. Erdoğan’ın Türkiye’de son bir kale oluşturmaya çalıştığını ve bunun farkında olanlarla Türkiye’yi güçlendirerek Ümmetin bütün Dünya’ya buradan meydan okuyacağını söylemiştim. İşte Kral Selman başa geçtiği günden beri Avrupa ve Amerika’dan sistemli bir şekilde parasını çekerek Türkiye’ye aktarıyor. Dolar 3 TL’yi görmüş de TÜSİAD ve diğer şer odakları şikâyetçi oluyormuş. Ulan hedefleri sadece 2014 yılının başında 5 TL’yi görmesiydi. Yani 2 ay içerisinde dolar üzerinden Türkiye’yi yıkmak isteyenler 2 yıl sonra bile Dolar’ın 3 TL’de kalmasına kuduruyor. Bunun sebebi Türkiye’nin doğru ekonomi politikaları diyerek kimseyi kandırmak istemiyorum. Senin ekonomik politikan ne kadar doğru olursa olsun kilon belli, ağırlığın belli. Her şey bilimsel. Ekonomide mucize denen bir şey yoktur. Hele hele SSCB’nin dağılmasından sonra kurulan yeni finans sistemi hiçbir şansa veya ihtimale dayalı bir model değil. Ne zaman nerden ne kazanacağını çok iyi bilenlerin satranç tahtasının her iki tarafında olduğu bir oyun bu. Yani hiçbir zaman kaybetmedikleri bir oyun. İşte bu oyunun tek kuralı yıkılmamak için daha güçlü olmak. Ya da rahmetli Erbakan’ın yapmaya çalıştığı gibi kendi sistemini kurmak.

Yazdıklarım çok karışık değil. Sadece konudan konuya atlıyorum. Atlamak zorundayım. Türkiye’yi sarmaladıkları ağ bir yönden saldırmıyor. Her yönden saldırıyor. Bu yüzden her tarafta bir gedik açıyorlar. Bu yüzden her tarafa bir cümle yetiştirmek, her taraftan bir örnek vermek, her açıdan fotoğrafı size göstermek zorundayım.

Artık şunu aklınızdan çıkarmayın. Türkiye IMF’ye borcunu ödediği gün Batı’nın müttefiki olmaktan da çıktı. Ortadoğu’da Batı’nın gözbebeği saman altından su yürüten ve o güne dek Batı’nın Ortadoğu’daki eli ve ayağı olan; ancak bunu aşikâr bir şekilde yapmaktan çok İsrail’i her dakika tehdit etme kisvesi altında saklayarak yapan İran’a bütün haritalar teslim edildi. Buna Mekke ve Medine’de dâhil. Bunun farkında olan Kral Selman Yemen politikası ile İran’ı oyalamaya çalışırken Ortadoğu’da Türkiye’nin daha rahat oynayabilmesi için de maddi yardım yapmaya devam ediyor.

İsrail de bu günlerde boşu boşuna Mescidi Aksaya yüklenmiyor. Hatırlıyor musunuz bilmiyorum Erdoğan konu ile ilgili şu açıklamayı yapmıştı: “İsrail bence ateşle oynuyor, yanlış adım atıyor. Bugüne kadar Mescidi Aksa ile ilgili attığı adım, yani bir taraftan zaman, bir taraftan mekân itibarıyla bir bölme harekâtını gerçekleştirmektir ama ne onu, ne onu Allah’ın izniyle gerçekleştiremeyecek. Çünkü buradaki atılan adım karşısında, tabii başta ülkemiz olmak üzere, biz tüm İslam Dünyası olarak bir defa bir dayanışma içerisindeyiz. Bununla ilgili bazı çalışmalar var”

İşte Erdoğan’ın bu açıklamasının altında aslında çok farklı mesajlar vardı. Erdoğan İslam İşbirliği Teşkilatı içinde Katar, Suud, Bahreyn gibi ülkelerle aslında Yemen ve Suriye merkezli Ortadoğu karışıklıklarına karşı kendilerinin de bir planı olduğunu ima ediyor ve İsrail üzerinden Batı’yı uyarıyordu.

Sadede gel Bisimit diyorsunuz. Geleyim. Suud’un Yemen politikası ve her fırsatta çelme çaktıkları Türkiye’ye yaptığı yardımı kesmesi için Batı son uyarılarını yapıyor. Yemen’in bileti kesildi ve İran’a teslim edildi. Düşünsenize İran artık Suudi Arabistan’a komşu oldu. Bu İran’ın Mekke ve Medine’yi istilası için atılan ilk adımdı.

Kral Selman’ın kendi ülkesindeki istihbarat teşkilatını baştan sona yenilemesi, bütün parasını Batı’dan çekmeye temayül etmesi, Erdoğan’ın İsrail’e karşı mesajları ve daha neler neler.

Daha neler neler Bisimit?

Volkswagen dırdırı var ya hani bu aralar. Batı kendi kendini yiyip bitirir mi diye bir soru geldi mi hiç aklınıza? Volkswagen batağı aslında Katar’a atılan bir çelmeydi. Volkswagen’deki en büyük yatırımcılardan biri Katar’dır. Katar Volkswagen üzerinden öyle bir tehdit yedi ki sadece 2 hafta içerisinde Katar’a ait Volkswagen’deki hisseler 5 milyar dolar kaybetti ve kaybetmeye de devam edecek. Peki, birileri 5 milyar dolar kaybederken, birilerinin de kazanması lazım değil mi? Kazananları söylememe gerek var mı?

Çok şeyler dönüyor. Allah rızası için yalvarıyorum size. Volkswagen battı diye sevinenler var, onlara da gülüyorum. Almanya’nın kim olduğunu bilmeyenlerin yaptığı bir yorumdur bu. Almanya dünyada kurulu bu sistemin ana taşıyıcılarından. Bu sistem kendi ayağına sıkar mı sanıyorsunuz? Bu projede yine en büyük kaybı Ortadoğu’da ABD ve İngiltere önderliğindeki Batı hegemonyasına kafa tutan Erdoğan’a destek veren Suudi ve Katar yedi. Olay sadece Volkswagen değil çünkü yine Arapların sermayelerinin olduğu Audi, Porsche, Skoda gibi birçok marka ve model.

Tekrar Suriye’ye geçiyorum. Suriye’de devletimizin çabalarını özellikle son birkaç ay içerisinde ağlayarak izledim. Hiçbir gücü olmayan, Dünya’da son 100 senedir ismi bile olmayan bir devlet tutup oyun kuranlara çatıyor, muhalifleri örgütlüyor, İngiltere, İran ve İsrail’in planlarını bozuyor. Ben neden Şam’da Cuma kılmadık diyen hainlerin, geri zekâlıların aksine şu anda Suriye’deki Cihat’ın hala devam ediyor olmasına şükrediyorum. Buna vesile olan da hiç şüphesiz yine Erdoğan’dır. Hem de kendini Müslüman olarak lanse eden İran’ın bütün kahpeliğine rağmen. Erdoğan’ın Esedli veya Esedsiz geçiş süreci açıklaması Erdoğan’ın daha önce hem Rusya hem de ABD üzerinden oynadığı oyunun son sahnesiydi aslında. Rusya ve Amerika İran üzerinde anlaşarak Türkiye’yi saf dışı bıraktılar. Bu Erdoğan’ın olmasa da benim beklediğim bir hamleydi. Çünkü bizim kâfirlerle ittifak yapmamız Ümmete yapacağımız abiliği lekeleyecekti. Hz. Allah plan yapanlara karşı Türkiye’yi tertemiz bir şekilde hazırlıyorken bizim bu tür açıklamaların arka planında art-niyet aramak yerine strateji geliştirmemiz gerektiği aşikâr. Erdoğan’ın son açıklama ile beraber Suriye’de muhaliflere desteği arttıracağı ve Halep’e kadar sınırları genişleteceğine artık kesin gözü ile bakıyorum. Karşımıza çok badire çıkacak. Belki çok canımız yanacak ama kâfirlerin planlarını Allah’ın izni ile yine bozacağız. Bu planları bozarken kafama takılan en büyük engel milletimizin şehitleri gördükçe salya sümük olup “terör bitsin” bahanesi ile devlet üzerinde baskı kurup aslında terörün değil, savaşın bitmesini istiyor olmaları. Ahmaklar sürüsü. Savaş Habil ile Kabil’den beri var ve kıyamete kadar da var olacak. Hz. Allah’ın peygamberi Hz. Musa’yı ve ümmetini savaş ile sınadığını unutan ahmaklar; savaş yapmayan ülkeler yok olmaya mahkûmdur. Savaşmayan ülkeler köpekleşmeye, köleleşmeye mahkûmdur. Savaşmayan ülkeler Mısır olmaya, Suriye olmaya, Irak olmaya mahkûmdur. Bu ülke Halep’i, Musul’u, Kerkük’ü alana dek savaşmayacak. Bu ülke bu dünyaya adalet gelene kadar savaşacak. Bunu siz kabul etmezseniz bu kutsal vazife Türklerden alınır bir başka millete verilir. Emanet emniyet ehline verilir. Eğer emin olunanlardan olmazsak ve bu emanet bizden alınırsa artık bu ülke ayağa kalkamaz. Artık bu ülke bir daha iflah olmaz.

İran her gün Suriye’de onlarca askerini kaybederken, Lübnan’da ve Irak’ta onlarca askerini kaybederken, Yemen’de onlarca askerini kaybederken ki belki de her gün en az 100 askeri İran sınırları dışında hayatını kaybederken sizin hem Türkiye’nin büyümesini hem de şehitlerin olmamasını istemeniz ahmaklık değil mi?

Sözüm okurlarıma değil, sözüm şehitleri bahane eden ya da gerçekten davayı anlamamış, sindirememiş kalpleredir.

Devletimiz ne yapıyor biliyor musunuz? Suriye ve Irak’ın kuzeyini tekrar topraklarımıza katmak için Türk halkından umudunu kesti. Şu anda Hatay’da muhacirler ordusu kuruluyor. Yani Suriye’den gelen, Kuzey Afrika’dan gelen Arap, Kürt ve Magripli kardeşlerimizden müteşekkil bir muhacir ordusu. Yani bu fetihler olduğu zaman bu ümmetin lideri Erdoğan’la gurur duyabilirsiniz ama Türkiye ile asla. Bunu henüz hak etmiyoruz. Biz her gün 100 şehit sadece ülke sınırları dışında verdiğimiz zaman belki Erdoğan ya da Davutoğlu’na hesap sorma hakkımızı kendimizde bulacağız. Ama bugün sınırlar dâhilinde 10 şehide tahammülü olmayanlarla bu gemi yürümez. Bunu aramızdaki hainler çok iyi biliyor ve bu zaafımız üzerinden ellerini ovuşturuyorlar. Uyanın, şehitlerinizle gurur duyun. Şehit olduğu günlerin değil, şehit olmayan günlerin hesabını sorun bu devletten. Çünkü iyi bilin ki şehit olmayan bir günümüz boş geçmiş bir gündür. Devletin uyuduğu gündür o gün. Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun hesap vermesi gereken gündür şehit vermediğimiz gün.

Hep İran, hep İran değil mi?

İran veya Şiiler kimdir sorusunu soruyor birçoğunuz. Şiiler Hz. Hüseyin’i Küfe ‘ye davet edip ona sahip çıkmayan daha sonra da Hz. Hüseyin şehit edildikten sonra Hz. Hüseyin için ağıt yakan ve ihanetini unutturmaya çalışanlardır. Bugün Hz. Hüseyin’i sahiplenenler aslında tarihte ona ihanet edenlerdir.

Tıpkı Yasin Boru’yu şehit ettikten sonra suçu Devlet’e atanlar gibi. Tıpkı Cizre’de küçük çocukların buzdolabına koyup daha sonra Devlet katletti diyenler gibi. Tıpkı 13 yaşındaki kızları zorla evlerinden alarak dağa kaldırıp hem tecavüz eden, hem de suçlusu Devlettir diyenler gibi. Tıpkı Irak’ta 3 milyon Müslümanı öldürüp buna rağmen terör algısını Müslümanlar üzerine oynayanlar gibi. Tıpkı Filistinlilerin ülkelerini işgal edip daha sonra Hitlerin sahte soykırımı üzerinden bütün dünyaya timsah gözyaşı dökenler gibi.

İşte size Şiiler kimdir sorusunun cevabı.

Dikkat ederseniz Hz. Hüseyin, Hz. Zeynep, Hz. Zehra, Hz. Fatıma, Hz. Ali’ye mersiyeleri hep Şiiler yazar. Dualarda dövünürler. Kendilerini keserler. Sanmayın ki bu aşklarındandır. Bu aslında bir pişmanlıktır. Bu Hüseyni tek başına Kerbela’da zalimlere yem etmenin verdiği pişmanlıktır. Bu günahı ataları 1450 yıl önce işlemiştir ama öyle bir lanettir ki, öyle bir kancıklıktır ki, öyle bir pişmanlıktır ki bu nesilden nesle sirayet etmiştir ve kıyamete kadar da edecektir.

Onlar TEK MİLLETTİR. PKK gibi, YPG gibi, İran gibi, ABD gibi, İngiltere gibi, İsrail gibi, Çin gibi, Rusya gibi. Ve benim merak ettiğim soru. Bunlar bu kadar çirkef, namussuz olmalarına rağmen onlarca askerini batıl olan davaları uğruna feda ederken, bizim suskun kalmamız ve iki üç şehit verdiğimizde kadınlar gibi ağlıyor olmamız ne demek oluyor? Onların davası daha mı ikna edici? Böyle düşünen varsa buyursun o dava için savaşsın o zaman?

Dostlar bu sorular, bu kızgınlıklar size değil. Bu soruların adresi bellidir. Onlar kendilerini çok iyi biliyorlar. Kâfirlerin yaptığı planların geri tepmesini istiyorsak devletimize güvenmenin dışında elimizi farklı şekillerde taşın altına koymamız lazım. Görüyorsunuz ya adamlar en küçük kıvılcımdan yangın çıkarmayı beceriyor. Her türlü saldırıyorlar. Yahu Volkswagen üzerinden Türkiye’yi destekleyen Arapları zarar ettirmek ne demek? Bu kadar köpekler işte. Hiçbir şeyi es geçmiyorlar. Bütün sinsilikleri deniyor ve deneyecekler. Bunlar daha başlangıç. Çok şeyler olacak. Sakın ola tembellik etmeyin. Devletinizin planlara karşı plan yapması için önümüzdeki seçimlerde tek başına iktidar olması şart. AK parti teşkilatlarına kaldıysak 1 Kasım seçimlerini kaybettik demektir. Sakın teşkilatlardan bir şey beklemeyin. Rahmetli Erbakan’ın yaptığı gibi gerekirse siz kapı kapı dolaşın. Allah’a yemin ediyorum ki Ak Parti de bu büyük sistemin denkleminde sıkışmış bir partiden ibaret. Ak parti umurumda bile değil. Ama bu ümmetin salahiyeti için Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun başımızda olması şart. Yoksa Türkiye değil, ümmet kaybedecek. Tek düşündüğüm Suriye’deki, Irak’taki, Doğu Türkistan’daki, Kuzey Afrika’daki, Mısır’daki, Myanmar’daki, Keşmir’deki, Afganistan ve Filistin’deki Müslümanlar.

Yazımın en başında özlediklerimden bahsettim. Evet, o ruhu özledim. Filistin, Afganistan, Çeçenistan’da savaşan, her an patlamaya hazır bomba olan Müslümanları özledim. Ne olduysa bir gün Harun Yahya diye biri çıktı ve “Bu dünyada bütün sistemi Siyonizm yönetiyor. Boşuna uğraşmayın. Büyük bir akıl var ve siz o akla asla galip gelemezsiniz. O aklı sadece mehdi yenebilir.” diyerek mücadele etmek isteyen Müslümanları da tembelliğe sevk etti. Artık çekirdek çitileterek mehdi bekler olduk. Bir yandan zulüm bitsin derken, diğer yandan şehitler olmasın der olduk. Aramızdan birisi dünyaya meydan okurken, biz elimizin tersi ile onu kenara itip “Mehdi’yi bekle” der olduk.

Mehdi de aramızda, Şeytan da. Deccal da aramızda, İsa da. Artık uyanın bre sahip çıkın bu devlete. Kıçını koltuğa dayayıp Halep’i hayal edenlere sesleniyorum. Sizi İstanbul’da bile yaşatmayacaklar.

Son sözüm, son çağrım; intikam istemiyor musunuz ey Müslümanlar? Allah’ın zuntikam olduğunu unuttunuz mu ey Müslümanlar?

Ve en önemli soru; Allah intikam alırken sizleri silah olarak kullansın istemiyor musunuz?

Ve sahibimiz son noktayı Âli İmran’da koyuyor : “De ki ey kâfirler yenileceksiniz ve cehenneme sürüleceksiniz”

 

Kaynak: www.bisimit.com  www.yeniakit.com.tr