Selamlaşma dan rahatsızlık duymak

Değerli Mudurnu Haber sitesi takipçilerimiz, Mudurnu ilçemize geçtiğimiz günlerde Mudurnu Belediyesinin davetlisi olarak gelen  Deprem Profesörünün facebook sitesi üzerinden yazdığı Selamlaşma ile ilgili yazısına istinaden buradan bir kez daha hatırlatmak istedik.

Şükür Elhamdülillah, Mudurnu ilçemizde köşe , bucak her yerde karşılaştığımız küçük, büyük her kes ile Allahın selamını verip hayırlı işler dileriz, eğerki bunu yapmaz isek karşımızdaki kişi bizim kendisine ya dargın olduğumuzu  veya burnumuzun büyüdüğünü zanneder. Selamlaşmak , hele hele Allahın selamını  Osmanlı kasabası Evliyalar şehri Mudurnu ilçesinde yaşatmak için selamlaşmaya dahada fazla özen göstereceğiz.

Selamlaşma ile ilgili çeşitli yazıları derledik.

 

İslamiyette selamlaşmanın yeri nedir? Selamlaşmanın önemi ve faydaları, selam vermek ile ilgili bilgi.

İslam dininde adab-ı muaşeret (birlikte hoş geçinme görgüsü) ‘in ilk koşulları arasında: güleç yüzlü, yumuşak huylu olmak, kimseyi incitmek kasdında olmamak, dargın durmamaya çalışmak, ara bulma yolunda çaba harcamak, dostların yokluğunda onları savunmak, insanlarla tatlı tatlı sohbette bulunmak gibi güzel vasıfların geldiği meçhul değildir. Bütün bunlar eskilerin “hayırhah = hayır sever, hayır isteyici” olmak dedikleri güzel ahlak, birlikte iyi geçinme örneklerinden olup bu özelliklerin ilk görünümü islamın daima salık verdiği SELAM ile başlar, onunla oluşur.

İslamda selam vermek sünnet, almak farzdır. Ayrıca bir tanışıklık, dostluk, ilgi ve güzel ahlak işaretidir. Hz. Peygamber, bir hadislerinde şu anlamda öğüt vermişlerdir: “Sizler, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız (yerine getirdiğiniz) zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeye delalet edeyim mi (yol göstereyim mi?) Aranızda selamı yayınız (Selamı yayınız buyurmakla, selamlaşmayı ihmal etmeyiniz tavsiyesinde bulunmuşlardır)”.

Selam vermenin kendine göre adabı, yöntemi vardır. Bir toplantıya girilirken, bir kişi ile, ya da bir toplulukla karşılaşılırken, konuşmadan önce: “Es-Selamü aleyküm” diyerek selam verilmelidir. Bunun anlamı: Selam üzerinize olsun’dur.

Selamlaşmada yöntem şöyle tespit edilmiştir: Gençler, kendilerinden daha yaşlı olanları; binek üstünde bulunanlar yayaları; yürümekte olanlar oturanları; arkadan gelenler de önden gidenleri selamlamakla yükümlüdürler. Bir cemaate selam verildiğinde hepsinin birden “Ve aleykümü ‘s-selam (selam sizin de üzerinizde olsun)” diye karşılık vermesi daha iyi olmakla beraber, içlerinden sadece biri aynı karşılığı verse, ötekiler üzerinden bu görev kalkar. Ancak hiç kimse cevap vermeyecek olursa, oradakilerin hepsi günaha girmiş olurlar. Şunu da hatırlatmalıyız: Bir toplantıdan, meclisten ayrılırken de, arkadaşları selamlayarak ayrılmak paha erdemli sayılmaktadır. Selamlaşmada, daha güzel ve tavsiyeye değer görülen karşılık verme şekli olarak şu kelimeler kullanılmaktadır: “Ve aleykümü ‘s-selamü ve rahmetü ‘llahi ve berekatühü”. Bir çok kişinin selamını iletene de: “Aleyke ve aleyhi ‘s-selam” şeklinde (Size ve ona selam olsun) karşılığı verilmesi doğru olur. Selamın alınıp verilmeyeceği yerler de vardır. Buna da dikkat etmek gerekir.

Camide hutbe okunduğu sırada, yüksek sesle Kur’an-ı Kerim okunduğunda, Ezan ve İkamet sırasında, hadıs-i şerifin rivayeti esnasında, dinle ilgili dersler okutulurken ve yemek yenirken selam verilmemek icab eder. Bu sıralarda selam veren olursa alınmaz … Bir de şu nokta önemlidir: Gerçi selam verip almak müslümanın müslümana karşı vazifesidir, ancak selamı adeta rüküa gider gibi ve -Allah saklasın- kıyamda imiş gibi almak hatadır. Allah’tan başkasının önünde fazla eğilmek ve el pençe divan durmak müslümana yakışmaz. Çünkü insan, insana karşı özgürdür, sadece kendisini yaratan, rızkını veren Allah’ına ibadetle yükümlüdür ve onun kuludur. Buraya ünlü Abdurrahman Cami’nin yakın akrabası olan Ahmed Cami’nin olduğu söylenen ve şöylece çevrilen bir beyti alacağız:

Ne benden rüku, ne senden kıyam
Selamün aleyk(üm), aleyküm selam.

 

“ARANIZDA SELAMI YAYINIZ.”

–Ebû Hüreyre (r.a.) den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

–“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi?
Aranızda selâmı-yayınız!”

 

——– (Müslim,İman93-94) ——–
–İman, Kur’an-ı Kerim’deki tasviriyle kökü yerin derinliklerine işleyen, gövdesi ve dalları göğe yükselmiş bir olgudur. Çoğu zaman insanı varlığının bilincine yükselten bir merdiven görevi üstlenir, tırmandıkça yüceleceğimiz, indikçe alçalacağımız bir merdiven.
–İman, Hz. Peygamber (sav)’e sorulan “en hayırlı amel hangisidir?” sorusunun cevabıdır. Bir hadis-i şerifte, iman etmenin insanı dönüştüren özelliği, birbirine eklenen zincir halkalarını çağrıştıracak şekilde şöyle sıralanıyor; İman-cennet- sevgi- selamlaşma
–Hz. Peygamber, imanın kalpte yerleşmiş olmasının ölçüsünü mü’min kardeşini sevmek olarak belirlenmiştir. İslam’a göre her işin başı ve âhiretin yegâne geçerli akçesi olan iman ile sevgi arasındaki bağı en çarpıcı biçimde bu hadisinde dile getirmiş, konunun önemine binaen sözüne yemin ederek başlamıştır.
–İman, nasıl cennete girebilmenin vazgeçilmez şartı ise, mü’min kardeşini sevmek de kâmil bir imana sahip olmanın biricik şartıdır. Mü’min, kendisiyle aynı imanı paylaşan herkesi, yine bu nedenle, aynı Allah’a iman ettikleri için, ırkına, rengine, yurduna ve diline bakmadan sevmek ve onlara karşı sorumluluk hissetmek durumundadır. Görünürdeki bazı farklılıklar bu sevgiyi engelleyen değil, renklendiren unsurlar olabilir ancak. Kısaca, cennet anahtarı olan iman, sevgi üretmelidir.
–Sevgi, kuru bir sözden ibaret değildir, olmamalıdır. Hiçbir sevgi tohumu sulanmadan yeşermez. Mü’min kardeşinin sevinç ve üzüntüsünü paylaşmak, onlara yüreğimizde yer açmak olacaktır belki de bu tohumun can suyu. Yüreğimizde, çıkarcılığa dayanmayan, ön yargısız, beklentisiz bir sevgi yeşertebildiğimiz ölçüde imanımız kemâl bulacaktır.
–Hadis-i Şerîfimiz bizi bu limandan koparmayacak önemli bir dayanak sunmaktadır; Selamlaşma. Selâmı yaymak, selamlaşmayı âdet haline getirmek, âdeti “selâmün aleyküm” ile duaya dönüştürmek… Selam, verenden alana bir iyi niyet ve güven mektubu sunmaktır. Dostluk ve barışın, karşılıklı konuşma ve anlaşmaya hazır oluşun ilk göstergesidir. Dillerden gönüllere köprüler kurmaktır. Selâmı yaymak, sevginin sebebi, sevgi, imanın olgunluğunun temelidir.

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı Ödemiş Müftülüğü/Mustafa Bilgiç

Bir işten kurtulmak, ayıp, âfet, noksanlık, acizlik, hastalık vb. şeylerden beri olmak anlamındaki “s-l-m”   kökünden türeyen selâm, Allah’ın sıfatı olarak, insanlara ârız olan ayıp, kusur, eksiklik, âfet, hastalık, acizlik, ölüm vb. şeylerden berî olan; yaratıklarını âfet ve belalardan kurtaran, zulmetmeyen, güven arayanları güvene erdiren demektir.

Allah’ın sıfatı olarak Kur’ân’da sadece, “O… selâmdır, mümindir, müheymindir…” (Haşr, 59/23) âyetinde geçmiştir.

“Onunla (kitapla) rızasının peşinden gidenleri selâm yollarına iletir…” (Mâide, 5/16), “Onlar (müminler) için Rableri katında selam yurdu vardır, yaptıkları işlerden dolayı O, onların dostudur.” (En’âm, 6/127), “Allah selâm yurduna çağırır…” (Yûnus, 10/25) âyetlerindeki “selâm” kelimesinin de Allah’ın ismi olduğunu söyleyenler olmuştur.

Namazların sonunda okuduğumuz şu hadis, Allah’ın selâm isminin anlamını ifade etmektedir: “Allahümme ente’s-Selâmû ve min ke’s-Selam…” (Allah’ım! Sen selâmsın ve selamet de sendendir) (Müslim, Mesacîd, 135-136).

Allah’ın zat, sıfat ve fiillleri, O’na layık olmayan her şeyden sâlimdir. (İ.K.)

Ayrıca müminlerin birbirleri ile karşılaştıklarında, “es-selâmü aleyküm” ve “selâmun aleyküm” cümleleriyle birbirlerine dua etmelerine denir. Bu kullanımda selâmın anlamı, “Allah seni esenliğe kavuştursun” demektir. Allah Teâlâ, peygamberlere, müminlere ve cennetliklere selâm eder (esenliğe kavuşturur) (Ra’d, 13/24; Hicr, 15/46). Melekler ve cennet bekçileri, cennete giren müminlere selâm verecekleri gibi, müminler de cennette birbirlerine selâm vereceklerdir (A’râf, 7/46; Zümer, 39/73). Cennetin bir adı da Daru’s-Selâm (barış ve esenlik yurdu)dur; Allah da kullarını bu güzel yurda çağırmaktadır (En’âm, 6/127; Yûnus, 10/25).

Allah müminlerin selâmlaşmalarını istemektedir: “Size selâm verildiği zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin, yahut verilen selâmı aynıyla mukabele edin…” (Nisâ, 4/86). Selâm vermek sünnet, selâm almak ise farzdır. Sünnet olan, yürüyenin oturana, binitlinin yayaya, küçüğün büyüğe selâm vermesidir. Hutbede, yüksek sesle Kur’ân okurken, ders okuturken, ezan ve kamet esnasında selâma cevap verilmez. Tuvalet ve banyo gibi yerlerde bulunan kimselerle içki ve kumar gibi bir günahı işlemekte olan kimseye bu günahı işlediği esnada selâm verilmesi uygun değildir. (M.C.)

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı /Dinikavramlar

 

 

www.mudurnuhaber.com

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir