TESCİLLİ RAKI UZMANI DOÇENT,GIDA ELEŞTİRMENLİĞİNE SOYUNURSA…!

TESCİLLİ RAKI UZMANI DOÇENT,GIDA ELEŞTİRMENLİĞİNE SOYUNURSA…!

 ERKAN KONURALP    www.ciftlikdergisi.com.tr

 Son zamanlarda tüm televizyon kanalları ve yazılı basında yaptığı gıda maddeleri eleştirileri ile gündeme gelen Doç.Dr.Yavuz Dizdar, son olarak Vatan Gazetesi’nden Mine Şenocaklı’ya verdiği demeç tüm halkımızın dikkatini üzerine çekmeyi bildi.Tabii Doç.Dizdar ile birlikte eleştirileri araştırıp,soruşturmadan yayınlayan gazeteci ve televizyoncuların da bu işte büyük veballeri vardı.

Bilindiği gibi Doç.Dr.Yavuz Dizdar önce süt ve yoğrut hakkında verdiği demeçlerle dikkatleri üzerinde toplamayı başardı.Bu eleştirilerin sonu gelmeden bu kez aynı şahıs tavukçuluk sektörünü hedef alarak aşağıda okuyacağınız bilimsel verilerden uzak demeçlerle halkımızın tedirgin olmasını sağladı.

Önce biz Yavuz Dizdar Hakkında bilgi verelim.Önce Dizdar çok iyi bir i çki ve rakı uzmanıdır.Bunu göz önüne alınca bu açıklamaları ayık kafayla verdiği konusunda da şüpheliyiz.

Şimdi Yavuz Dizdar’ın önce rakı uzmanlığı ile ilgili şahsi sitesinde yazdığı yazı ile kendisini tanıyalım:

Biz neden rakı içeriz?

Yazan; Yavuz DİZDAR /  

Rakının nasıl içilmesi gerektiği üzerine çok yazıldı. Ne kıvamda nasıl soğutulup ya da belki soğutulmadan bardağa konulan iki parça buz üzerine yavaş yavaş sızdırılarak zehrinin alınmasından tutun, “illa ki sek” diyenlere varana kadar ben bunlardan en az iki düzine okumuş ya da dinlemişimdir. Rakının içilme adabı kendini rakı müdavimi addedip de ayda yılda bir kadehi zor görenlerin sohbet konusudur daha çok; oysa benim bu konuda bildiğim tek kaide açılan şişenin bitirilmesi gerektiğidir, zira yarım kalmış bir şişe yeni başlanacak bir sofranın dünden yarım kalmış mezelerini, üstü geçiştirilmiş sohbetlerini çağrıştırır da, rakı içmeye durmanın tazeliğini yorarmış gibi gelir, “nimetin” ziyan edilmemesinden ziyade.

“Nimet” yakıştırmasını abartılı bulup, hatta hoşlanmayanlar lütfen alınmasın. Dünyadaki her şey gibi rakı da nimettir. Onu nasıl değerlendireceğiniz, keyif ve hikmetinden mi yararlanacağınız, yoksa mihnet ve illete mi dönüştüreceğiniz tamamen kendi elinizdedir. Lakin rakı alkollü diğer içeceklerden ciddi olarak farklıdır. Üstelik birkaç satır ilerde size kendi yorumumla sıralayacağım bu farklar, aslan sütü nitelendirmesiyle kendimize yakıştırmamız, hatta daha ileri götürüp milli içkimiz olarak tanımlamamızdan da kaynaklanmamaktadır. Herkese kendi yavrusu aslan görünür, ama nedendir bilinmez, alkolle arası kötü olmayanlar belki hak vereceklerdir, rakı için söylenecek çok daha fazlası var.

Bütün içkiler yudumlanarak içilmeye başlanır, ancak rakı önce kokusuyla içilir. Şarap merakı olanlar, hatta degüstatörler istedikleri kadar koklayıp, rengine baksınlar, taze, kekremsi, gövdeli ve hatta yaramaz, şakacı diye adlandırsınlar şaraplarını, kokusuyla içilmeye başlanan hiçbir içecek yoktur. Kokuyla içmek sandığınız gibi bir kelime oyunu, şereflendirme değildir. Tat duyusu koku algısıyla birlikte çalışır (nezle olduğunuzda bu nedenle koku alamazsınız desem daha iyi anlaşılacaktır), lakin kokunun başka bir özelliği vardır. Koku en derin hafızamızı taşır. Büyüdüğünüz evin kiler kokusu, aşık olduğunuz kadının ten kokusu, siz her şeyi unutsanız bile duygularınızla öyle iç içe geçmiştir ki, kimi zaman olayları bile hatırlayamaz, ama o duyguları aynı sıcaklığıyla hissedersiniz kokuyu duyduğunuzda. Rakının kapağı açılıp da ortaya yayılan bu kokusunun içilmesinin esprisi de budur. O koku en içten paylaşılan anların öncesindeki katıksız birliktelik, aşık olmuşlukların heyecanıdır. O koku hafızanın kendisidir. Bence biz işte en çok bundan rakıyı severiz ve severek içeriz.

Rakının ikinci önemli hafızası ise boğazınızdan yuvarlanıp gidiverirken bıraktığı o yanma hissidir. Acı olduğunu bile bile içersiniz, ama hiçbir zaman bir ilaç niyetine değil. Arkasından atıştıracağını mezenin tadını daha iyi alacağınızın bilincidir bu, o tat ahenginin uzatılmasıdır. Aceleye getirilip, “mırk mırk” yutuluvermez, belki de bundandır rakı öyle üstünkörü sofraların içeceği de olamaz, hani iki paket cips biraz çerezle düzülüvermez o sofralar, az olur ama lezzetli olur, keseye göre, bunun tek istisnası beyaz leblebidir ki, o zamanın yokluklarına inattır da, bu zamanın şükran borcunun hatırlanmasıdır.

Lakin rakı arka bahçelerin kendine dönüp sessiz sakin düşünme seanslarının içkisi değildir, rakı birlikteliklerin içkisidir. Üstelik öyle üstünkörü dostlukların yeni bitivermiş birlikteliklerin sığlığına da sığmaz. Velakin böyle birliktelikler bira tadında, şarap kıvamında yaşanıverir de rakı bardaklarının sığlığında yarıya kadar doldursanız bile boğuluverir. Bundandır belki de rakıyı sadece kendi kendinizle paylaşacaksanız, sohbeti müzikle yapmak zorunda kalırsınız, aslında türkülere de pek sığmaz, ille de sanat müziğiyle ister, hatta bana göre mümkünse Zeki Müren, “kader kime şikayet deyim seni” derken,  “bir alev halinde düştün elime, hani ey gözyaşım akmayacaktın” oluverir, yalnızlığın en güzel bedelidir, ağlarım.

Şaraba sigara yakışmaz, viski puroyla gider, lakin rakı ne olsa kabul eder duman niyetine. Kim bilir belki dumanı içindedir de, suyu yavaş karıştırırsanız görürsünüz. Şampanya büyük mutlulukların, viski ince hesapların içkisi oladursun, rakı büyük buluşmaların ve büyük düşlerin içeceğidir. Soğuklar votkayla, kanyakla sıvanıp, sıcaklar birayla serinletilebilir; şarapla aşklar tutuşturulup, cinle geçiştirilebilir. Lakin rakıyla gerçekten ülkeler kurtarılıp, devletler tesis edilebilir. Sakın unutmayın.

Ben bütün bu satırları kısa bir süre sonra Efe’ye kardeş olarak beğeninize sunulacak olan “yeni yetişme” Çilingir adlı rakının kokusu hürmetine yazdım. İçimi biraz daha sert, tadı yerinde derler, oradaydım ama henüz tatmadım. Alkolden haz etmeyenler sakın bu sözlerimden alınmasınlar; herkesin hayattan aldığı tatları, pekiştirdiği alışkanlıkları, üzüntülerini söndürdüğü bardakları ve yalnızlığını paylaştığı kaçamakları vardır. Rakı benim için hep dost ve kardeş sofralarının içeceği oldu, sizinle paylaşmaya da bundandır meylim.

(Kaynak:http://www.yavuzdizdar.com/index.php/biz-neden-raki-iceriz/)

 TAVUKLARA GÜNDE 3 YUMURTA YUMURTLATAN UZMAN GEÇİNEN  BİLGİ YOKSULU,

TÜRK BASININ GÖZBEBEĞİ..

Yazıya arkadaşımız Veteriner Hekim Hakan Boyar’ın bir açıklaması ile başlamak istiyorum.Boyar şöyle söylüyor”Bilim insanı olmak ciddiyet ister, büyük sorumluluk gerektirir.Bilim dogmalardan uzak kalındığı kadarı ile bilimdir.Birey olarak Hocayı Bilim Etiğine uygun davranmaya davet ediyorum.”

Bu yazı Vatan Gazetesi’nde 04.Nisan.2012 tarihinde Mine Şenocaklı’nın köşesinde yayınlandı:

“SAĞLIKLI DİYE YEDİĞİNİZ TAVUKLAR TAVUK DEĞİL”

 MİNE ŞENOCAKLI VATAN GAZETESİ)

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar: “Biliyorum canınız sıkılacak, yüreğiniz kabaracak, üzüleceksiniz ama gerçekleri öğrenmeniz lazım. Daha yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik veriliyor. Kemikleri gelişmesin, sadece et yapsın diye… Tavuklar tarladaki patatesler gibi hiç kıpırdamadan yetiştiriliyor. Bıraksanız bile kıpırdayamıyorlar… Elinize aldığınızda kemikleri kırılıyor… Bu inanılmaz bir vicdansızlık… Sonra, görüyoruz her gün gencecik bir kadın meme kanserine yakalanıyor. Büyük olasılıkla daha sağlıklı diye sık sık tavuk yiyorlardır…”

“TARIM İLACINI TAVSİYE EDEN ZİRAAT MÜHENDİSLERİ TARIM İLACI SATIYOR”

 – Biz ne korkunç insanlar olduk böyle?

Maalesef biz korkunç bir ırkız. Bakın, tarım ilacını sonuçta kim tavsiye ediyor? Ziraat mühendisi… Bakıyorsunuz ziraat mühendislerinin büyük kısmı, aynı zamanda tarım ilacı bayiliği yapıyor. Duydum ve inanamadım, tarım ilacı satarken çiftçiye, “Kendin için mi kullanacaksın, yoksa satacağın ürün için mi?” diye soruyorlarmış. Böyle insafsızca bir durum var. Aynı anda bayii olan birisi tarım ilacı satışını kontrol edebiliyorsa eğer, tüketimini nasıl denetler? Adam kendi satışını mı baltalayacak? Oradan bir sıkıntı çıkıyor. İkincisi, tarım ilaçlarının amaç dışı kullanımı var. Bu tavuklarda büyütme amaçlı kullanılan antibiyotik gibi bir durum. Böyle bir şeyi bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik vermeye başlıyorlar. Bizim üreticimiz inşallah bu konuda bir düzenleme yapacak, umutluyum. BESD-BİR, “Elimizden geleni yapacağız” dedi. Fakat antibiyotiğin bu şekilde kullanımı kim tarafından akıl edildiyse, bunu Amerikan Akademileri bile anlamış değil…?Siz civcive antibiyotiği verirseniz, civcivin bağırsak sisteminin gelişmesini önlüyorsunuz. Normalde yediğimiz besinlerin önemli bir bölümü bağırsak metabolizmasında kullanılıyor çünkü. Dolayısıyla enerji tüketimi azalıyor. Siz bu civcivi güneşe de çıkartmazsanız, kemikleri de sağlıksız gelişeceği için sadece et yapıyor…

 “TAVUKLAR O KADAR ETLİ Kİ KEMİKLERİ KIRILIYOR”

– Hiç anlayamadım hocam…

Aksi takdirde güneşe çıkartırsanız civciv sağlıklı gelişeceği için kemik de yapıyor. Ama kemik yapsın istenmiyor, sadece et yapsın isteniyor. O zaman oradan da tasarrufa gidiyorsunuz, hayvan sonunda patates tarlasında yatan patates gibi hiçbir şekilde kaçamayan, olduğu yerde büyüyen bir hayvan oluyor. Bunu kesimde çalışan bir arkadaşımız anlattı, “Zavallı hayvancağızı yerden alırken kemiklerinin elinizin altında kırıldığını hissediyorsunuz. Kaçamıyor zaten. Bıraksanız da hareket edemiyor” diyor. Çünkü hiçbir şekilde enerji harcamayacak ve et yapacak şekilde yetiştiriliyorlar. Düşünebiliyor musunuz 1.7 kilo yemle 1 kilo tavuk elde ediyorlar. Böyle bir dönüşüm var mı dünyada?

– Tavukların nasıl bir eziyetle yetiştirildiğini biliyordum, bu yüzden de asla yemem, ama bu kadarını bilmiyordum. Para kazanacağız diye nasıl bu kadar vicdansız olabiliyoruz?

Haklısınız, son derece vicdansızlık bu. Bir yandan da baktığımızda bunu yapanlar inançlı insanlar…

 “ARKADAŞIM KIZINA YUMURTA YEDİRMEYİ KESTİ, ÇOCUK SAĞLIĞINA KAVUŞTU”

– Vallahi yüreğim daha fazla kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama…

İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor, yürekleri kabaracaksa kabaracak biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen haftalarda bir arkadaşım anlattı. Çok hazin bir örnek. 10 yaşındaki kızının bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor dolaştırıp bir sonuç alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle oluyor” demişler. Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta veriyorduk, kestik ve tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya döndük, bir sorun kalmadı” diyor.

– Yumurtada ne var ki?

Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa mutlaka bir şey yapmak zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın doğasının dışında bir şey.

– O yüzden kız çocukları erken adet görmeye başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor…

Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin beslenmesinin düzelmesi gerekiyor. Büyük hastaneler açarak kanser vakalarını önleyemeyiz. Erken tanı yöntemlerini geliştirerek önlenebilecek bir şey değil kanser. Beslenmemizin düzelmesi gerekiyor. Yediğimiz yumurtadan hormon alıyoruz, süt zaten süt değil, yoğurt desen öyle… Bir yandan tarım ilacını bol miktarda alıyoruz. Bu şekilde beslenen vücut bir kere böyle beslense bunu karşılar, iki kere beslense yine karşılar, ama tek seçenek bu olduğu zaman hastalık kaçınılmazdır. Kanserler patladı. Batman’dan çiftçi telefon ediyor, altıncı düşüğü yapmış eşi… Kars’tan genç bir köylü telefon ediyor, kanser… Marketten alıyormuş tavuğu, çünkü Kars’ta kuş gribi hikâyesinden sonra 2.5 milyon köy tavuğu yakılınca ellerinde tavuk kalmadı…

“GİDİŞ İYİ DEĞİL”

– Nasıl öyle bir şey yapabildik? Tavukları canlı canlı toprağa gömdük, yaktık. Bunun günahı bile bize yeter?

İnanılmaz bir hezeyandı o… Bütün tavukları yaktık. Birkaç yıl sonra aynı hezeyan bu kez domuz gribi olarak geri geldi. Ne zaman bu hezeyan bitti? Başbakanımız, “Ben domuz gribi aşısı olmuyorum!” dediği zaman. Sağlık Bakanı’nı kandırıyorlar. Ne oluyormuş? Aşıda Avrupa’ya örnek oluyormuşuz! Hadi canım! Şu anda millette çok ciddi böbrek hasarı var. Çünkü diyaliz merkezlerinin artmasından bunu görebiliyoruz. Bunun en önemli nedeni; doğru beslenmiyor oluşumuz. Yok işte, çok sigara içti de, ortam kötü de… Bunlarla açıklayamazsınız. Çünkü bu tarım ilaçlarının böbrek toksisitesi yaptığı biliniyor. Kesinlikle Başbakan’ın bizzat tarım ve gıda işine de el atması lazım! Yoksa bu gidiş hiç iyi bir gidiş değil!

Mine Şenocaklı / Vatan

YORUMLAR:

 M.HAKAN BOYAR

VETERİNER HEKİM / İZMİR

 Saçmalıklara bir örnek:

 ”HAYVANLAR DEMİR EKSİKLİĞİ YÜZÜNDEN AHIRIN PASLANMIŞ METAL AKSAMLARINI YALIYOR”

Hayır efendim, Sekunder / ikincil fosfor yetmezliğine bağlı olarak Pika görülür.

Paslanmış ya da paslanmamış metal aksamları fosfor eksikliği nedeni ile yalarlar.

————————————————————————————————————————-” Yumurtada ne var ki?

Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa mutlaka bir şey yapmak zorundasınız.

 Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın doğasının dışında bir şey.”

 Günde iki-üç kez yumurtlayan tavuğu henüz Japonlar icat etmedi…

Söyleşi veren Hocanın kamuyu doğru bilgilendirme, gazetecinin ise yazdığını okuma gerekirse düzeltme sorumluluğu, zorunluluğu vardır.

Bunların ışığında 30 yıla yakın zamandır sektörün içinde biri olarak bazı noktaları cevapmama izin verin:

1.Ne uzmanı olduğu tartışılan Dizdar kuluçkadan çıkan civcivlere antibiyotik verilmesini eleştiriyor.

Bu uygulama tüm dünya ülkelerinde yapılan bir işlemdir.e  kuluçka devresinde olabilecek enfeksiyonlara karşı  antibiyotik uygulanır.Büyüme devresinden kesime gelmeden 10 gün öncede yemlerle verilen antibiyotik kesilir ve bu süre zarfında hayvanın vücudundan atılır.Yani insana geçmesi imkansızdır.

2 .Dar kafeslerde yetiştirilmesine gelince tüm dünya literatüründeki kafes sistemi ile yetiştirilir.Kapalı yerde enfeksiyon kapmasın diye.Şimdi yeni uygulanacak AB uyum yasalarına göre daha serbest olacaklar.Çalışmalar sürüyor.

3.Gelelim günde 2/3 yumurta yapan tavuk eleştirisine.

Bugün ilkokul mezunu bir insan bile bilir tavuğun günde iki veya üç yumurta yapmayacağını.Çünkü bir yumurta oluşumu için 27 saat gereklidir.4. Bir öğrenci kızın yumurtayı yemesi kesilince tüylenmesi de bitmiş.Buna kargaların bile güldüğünü farkederiz.

Tüm dünya ülkelerinin uyguladığı sistem ve teknoloji ile üretim yapan bir sektöre ve en ucuz protein tüketen tüketiciye saygılı olmamız gerekiyor.

Yoksa, sayın Dizdar bu beyanatları verirken uzman olduğu rakının tesiri ile mi hareket etti acaba?

Allah O’nun hastalarını korusun…!

Bırakın şu garip suçlamalarla gündem yaratmayı da fakir fukara ucuz ve bol proteinli tavuk ve yumurta tüketsin.

Kaynak: www.ciftlikdergisi.com.tr