Mudurnu’da Tarihe tanıklık edin

Hacı Şakirler Konağı

Mudurnu’da 1840’lı yıllardan günümüze kadar korunmuş bir konak var. Bu konağın içine olur da girerseniz size şöyle seslenen birini duyarsınız; ‘’ hoş geldiniz yeğenim, dedenizin, ninenizin evine hoş geldiniz.’’

Çift kapaklı tarihi  kapısından içeriye adım atar atmaz evden gelen etki insanın iliklerine işliyor vesselam. Ben bu evin kokusunu, rengini, tadını görür görmez sevenlerdenim. Hikâyesini öğrendikçe neden sevdiğini daha bir anlayanlardan… Devirler değişir, izler yavaş yavaş silinir, değerler kimi zaman yer değiştiriverir. Bu tehlike her çağ için, her devir için hep vardı! Zaman neleri öğütmüyor ki!  İşte tam da bu yüzden nelere dikkat çektiği ile ilgili olarak taşıdığı izler bu konağa tarihi bir sorumluluk vermiş. Bu sorumluluğu taşıyan insanların eline düşmüş. Ne şans! Ki bulunduğu yörenin geleneksel yapıları arasında tavan işlemeleri, süslemeleri, el işçiliği, yapım tekniği gibi niteliklerinin yanında bozulmadan ve değişmeden korunabildiği için tarihi konaklar arasında üçüncü sırada yer alıyor. Vakti zamanında ‘bağdadi yapı tekniği ile’ yapılmış, günümüze kadar orijinal hali ile korunmuş, hâlihazırda kervansaray misali buradan yolu geçen konuklar için kapısı her daim açık bir mekan; Hacı Şakirler konağı

Evin ilk sahibi Şakir Ağa adında hali vakti yerinde bir zat imiş. Şakir Ağa dericilik ve baharatçılıkla uğraşırmış. Zira Türkler yerleşik kültüre geç intikal ettiğinden olsa gerek değirmencilik ve inşaatçılığı sonradan öğrenmişler. O dönemde taş binalar Rum ustalardan, ahşap olanlar da Ermeni ustalardan sorulurmuş.

Konağın girişi günlük kullanıma ayrılmış. Bu bölüm ‘hayat’ olarak geçiyor. Evin içinden bir avluya çıkılıyor, avluda eskiden kullanılan ağaç tırmıklardan tutun da diren, yaba, tırpan, saban halkası, koyun çanı, kalbur, elek, gözer, çocuk beşiği, boyunduruk, teker, çıkrık, çoban sopası, 1800 yılında biçilen ağaçları kesen hizar testeresi, kösele taşı, yirmi kişinin oturup yemek yediği bakır siniler, düven, aynalı gelin sandığı, deri kaplamalı sandık, ibrikler, küpler, ahşap su boducu, dokuma tezgâhı tarak küzüleri, çamaşır tokacı, kıl keçeden dokunmuş buğday çuvalı, elde örülmüş sepetler, eski teraziler gibi zamanında kullanılmış pek çok materyal sergileniyor. En çok sevdiğim parçalardan biri de Orta Asya’dan günümüze kadar kullanılan at eyerleri. Evin içindekilerden bahsetmiyorum bile!

Bahçede sedirlerin üstüne kurulmak sahiden de insana ninesinin evinde gibi hissettiriyor. Her daim çay hazır bu konakta. İklim kış ise sobalar yanar, çaydanlık hep kaynar. Kestane, patates, nohut hep hazırdır yemek isteyenler için. Mevsimlerden baharsa her yer çiçek açar, vişne ağaçları şenlenir, bahçede ekili domatesler mis gibi kokusu ile yemeğe davet eder insanı. Kilerde hep yiyecek bir şeyler vardır. Cevizler, bademler, fındıklar… Eğer kaşık sapı* da yapacaksa Fatoş, ceviz ayıklamak o vakit benim işim olur.

Dönelim konağın içine yine. Vakti zamanında evin giriş bölümünde ağanın atı ve elbette olası misafirlerin atları düşünülerek bir ahır yapılmış. Şimdilerde konağın konuklarına yemek ikram edilen bölümü burası. Yine de ben orada bir köşede her oturduğumda o atı hayal ederim. Ki Şakir ağa evin altında atının olmasını çok önemsermiş. İnancına göre atın soluğunun olduğu evde huzur’ daim olurmuş. Soluğu evi ısıtır, varlığı kutsal sayılırmış. Bu bana çok dokundu zira atları bir başka severim.

Nitekim Mehmet beyin sesi‘’1200’lerde Cengiz han zamanında’’ diye başlayan bir misalle başka bir gerçekliğe götürebilir dinleyeni. Cengiz han 485 kilometrelik bir alanda haberleşmeyi atlarla sağlarmış. Her 50 kilometrede birinden diğerine geçen bir künye ile atlılar haberleşir, asayiş berkemal olurmuş. Mehmet bey de misal çok.

At binmek günümüzde unutulmuş kadim farkındalıklardan biri. Bilgeler at ile insan arasındaki ilişkinin tamamen birbirine uyum sağlaması halinde insanın iç merkezlerinde muazzam bir dengenin ortaya çıktığından bahseder. Günlük yaşamın sıradan dalgınlığında fark etmediğimiz başka bir canlı ile olan her etkileşim içimizde bir yerlere dokunur zira; bir şeyleri başlatabilir ya da durdurabilir, dondurabilir, yumuşatabilir ya da sertleştirebilir! Günümüzde endüstrileşmenin getirdiği kolaylıkların aslında neleri kaybettirdikleri üzerine uzun uzun düşünmek gerek. Bir şeylerin tamamen terkedilmesi, yeninin egemenliğinin kültürlerin ve yaşanmış deneyimlerin insanlığa bıraktığı izlerin üstünü örtmesine izin vermek demek olur ki bu da hayati derecede hatalıdır.Teknolojik yenilikler manevi değerlerle birlikte yürümezse insanın maneviyatı bir zaman gelir, çöker! Geçmiş ve gelecek birbirine bağlıdır. Mehmet beyin en çok saygı duyduğum yanı da budur. Geçmiş geleneksel kültürün insanı körleştiren değil geliştiren olumlu yanlarını günümüze taşıyan ve geçmişten gelen bu bağı gelecek kuşaklara aktarma sorumluluğunu içinde basınçla hisseden, kendi ifadesiyle ‘bir zamane dervişi’ o. Ve yalnız bu nedenle bile  Mehmet Cantürk ve Hacı Şakirler konağı benim için bir bütündür. Biri olmadan diğeri olmazdı!

Konağın ikinci katı kışlık kullanım için yapılmış. Daha kolay ısınabilsin diye. Şakir Ağanın odasına ayrı bir ihtimam gösterilmiş. Gelin-damat odasındaki süslemeler ise görülesi… Kız odasında ise sadelik gözetilmiş. Evlenip gideceği ailenin ekonomik durumu daha zayıf olursa kanaatkâr olsun, şımarık olmasın diye. Şakir ağanın kızı böyle büyütülmüş. Kız odası haricinde diğer odalardaki tavan süslemeleri, dolap kapakları, odada özel eşyaların koyulacağı yerlere kadar her şey en ince ayrıntılarına kadar düşünülmüş. Tavan süslemeleri dövme çivilerle ceviz ve çamdan yapılmış. Nişler, işlemeler çok güzel. Ocak yanmadan da odanın haletiruhiyesine sıcaklık katıyor. Sedir ve yatak işlemeleri hala eski tatlara götürüyor insanı. Gaz lambaları, kilimler, ibrikler, ağaç rafların görünümleri odaya adım atar atmaz başka bir zamana taşıyor insanı; daha sade, daha samimi…

Cumbalardan bahçeye bakanı hatunlar için yol tarafına bakanı erkekler için düşünülmüş. En üst kat ise yazlık kullanıma uygun olarak yüksek tavanlı yapılmış. Odalar daha büyük ve çokça açılmış giyotin pencerelerden ışığın olabildiğince içeriye girmesine müsait. Biraz loş olanı da var, aydınlık olanı da. Ben biraz karanlık seviyorum galiba. Herkese hitap ediyor oluşu güzel.

Hacı Şakirler deyince Mudurnu’dan bahsetmeden geçmek olmaz. Osmanlı erken dönem mimarisine ait ilk eserlerin korunduğu, ahşap sivil mimarinin olduğu, genel dokusunu bugüne kadar koruyabilmiş, Arasta hala orijinal haliyle kullanılabilen bir yer Mudurnu. 1992’de sit alanı ilan edilmiş. Bizans döneminden kalma bir de kale var. Osmanlı döneminden kalma saat kulesi, saat kulelerinin bulunduğu kasabaların kültür ve ticaret merkezi olduğuna işaret ediyor. İpek baharat yolu üzerinde olması dolayısıyla farklı kültürlere ev sahipliği yapmış olması, insanların misafir ağırlama geleneğine damgasını vurmuş.

Anadolu’da ticaretin kanunlarla belirlenmediği dönemde Ahilik, ticaretin kanunlarını belirlemesi nedeniyle önemli bir dönem bilindiği üzre. Mudurnu’da Ahilik geleneği, hüküm sürdüğü zamanlarda çıraklıktan ustalığa kadar ilim-irfan öğretmesi, sosyal ve ticari hayata hazırlaması bakımından bir okul gibi imiş. Dolayısıyla halkın içinden çıkan ilk sivil toplum örgütü olma özelliğine de sahip. İçinde bugüne karşılık gelen tüketici hakları da bulunuyor. Bir esnaf ürettiği malda bilerek insanları kandırır, uyarıya rağmen devam ederse, ürettiği şey ne ise dükkânının çatısına çakılır, o çakılan malı görenlerde ondan bir daha alışveriş etmezmiş. Bu edep günümüzde de bir balta sapı gibi insanların aklının bir köşesinde duruyor olmalı!

Bunları nereden mi biliyorum! Konağa adım atanlar hem özü sözü aynı olan bir adamla tanışıyorlar hem de konağın tarihi ile. Mehmet bey eskiyi** yeniyle bozmayan, yeniye de sırt çevirmeyen amma lakin eskiyi neden koruduğunu, tarihin, kültürün zaman köprüsünde asimile olmadan korunması gerektiğini ve bunun nasıl yapılacağını bilen adamlardan. O hep anlatır, herkese anlatır. Bilmek isteyene de istemeyene de… Ben denk gelirsem bıkmadan dinlerim. Onu dinlemeyi hem sevdiğimden hem de yeniden ve yeniden öğrendiğimden…

Belli bir şiveyle konuşan insanları hep sevmişimdir. Mehmet bey de Mudurnu şivesi ile konuşur. İnsanlarla konuşurken samimidir. Kendini olduğu gibi sunar. İlk defa biriyle tanışırken de kırk yıllık ahbabıyla konuşurken de aynı samimiyetle konuştuğuna tanığım. Hayatla kurduğu ilişki kendi değerleri üzerinden. Oturması, kalkması, yaşam ritmi kendi kültürü üzerinden. Konakta da bu prensipler geçerli zaten. Hacı Şakirler, hayvan sevmeyenlere, çöpünü uluorta yere atanlara, saygısız insanlara karşı mesafelidir. İnsanlar hep bir masada yemek yer. Büyük bir masa donatılır. Ve o gün konakta her kim varsa yemek hep beraber yenir. Usülden olanla samimi olan burada kendiliğinden ayrılır. Hacı Şakirler ve Mehmet Cantürk bir elmanın iki yarısı gibi!

Soba ve ocak başı sohbetlerine müzik de karışır çoğu zaman. Saz konuşur, insanlar dinler.Türküler anlatır, insanlar dinler.

Konakta kalmış her insanın içinden geleni yazdığı bir defter uzatılır ayrılmakta olan konuğun önüne. İçlerinden biri aklımda kalmış ve anlatmak isteneni güzel anlatmış;

‘ayrıntılara girip orada yaşayacağınız birçok sürprizi önceden söylemek istemem. asıl mesele beklentinizin ne olduğu. müşteri olmak mı, misafir olmak mı! beklentiniz otel mi, konak mı! eşya mı, ortam mı! yenilik mi, yaşanmışlık mı! odada televizyon olması mı, odanın bir hikâyesi mi olması! Ayrılırken tokalaşmak mı, dostça kucaklaşmak mı!’

Varın, siz karar verin..

Mudurnu Hacı Şakirler Konağı

0 532 281 35 14 – 0 374 421 38 56

www.hacisakirlerkonagi.com

 

*Kaşık sapı yöresel bir yemektir. Hamur mantı gibi açılır, içine hiçbir şey konulmadan kapatılır. Üzerine keş denilen özel yapılmış bir tür yoğurt rendelenir. Üzerine tereyağı serpilir. Onun üzerine ceviz. Bu hareket bir kez daha yenilenebilir. O zaman çok daha lezzetli olur.

 

www.mudurnuhaber.com