Kaplıcalar termal hastaneye dönecek

Kaplıcalar termal hastaneye dönecek

Sağlık Bakanlığı kaplıcaları termal sağlık kliniklerine çeviriyor. Böylece sağlık turizmi geliştirilecek.

Termal kaynaklar açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Türkiye, bu potansiyelini kullanmak için sağlık turizmi politikasında değişikliğe gidiyor. Kaplıcalar uzman doktorların ve hemşirelerin hizmet verdiği 5 yıldızlı klinik olacak.

4 HEKİM ŞARTI 
Mevcut kaplıca otellere, termal sağlık turizmi için yataklı klinik termal tesis belgesi alma şartı getiriliyor. Böylece kaplıcalarda 4 uzman hekim, hemşire ve fizik tedavi uzmanlarıyla yataklı hastane hizmeti verilebilecek. 

YABANCI HASTA 
Termal tesisler içine klinik kurup Termal Sağlık Turizmi Belgesi aldıktan sonra yabancı hastaları da ağırlayabilecek. Yataklı tedavi yapılacak termal hastanelerde SGK kapsamında hizmet verilecek.

DEVLET DE İŞLETECEK 
Türkiye’nin en meşhur kaplıcalarının bulunduğu Bolu,Bursa, Yalova, Afyon, Denizli, İzmir, Sivas, Konya, Ankara, Kütahya, Balıkesir, Çanakkale başta olmak üzere termal tesisler özel sektör ve devlet tarafından Klinik Termal Turizm Merkezine çevrilecek. 

5 MİLYAR DOLARLIK HEDEF
Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü Ömer Tontuş, Sağlık Turizmi Genel Müdürlüğü kurulacağını açıkladı. Başlangıçta Londra, Berlin, Dubai, Aşkabat’ta temsilcilikler kurulacağını anlatan Tontuş, “2023’te sağlık turizminden 20 milyar dolar gelir hedefliyoruz. Bunun 5 milyar doları termal sağlık turizminden gelecek. 5 yıl içinde Avrupa termal turistinin yüzde 20’sine hakim olacağız” dedi.

Kaynak: SABAH

www.mudurnuhaber.com

 

 

ÜÇ SEYYAHA GÖRE BOLU

ÜÇ SEYYAHA GÖRE BOLU

Özet:

En geniş anlamıyla seyahatname, herhangi bir gezgin ya da gözlemcinin ziyaret ettiği belirli bir coğrafi alana ve tarihsel döneme ait izlenimlerini yazıya aktardığı metinlerdir. Diplomatik misyon, hac, ticari seyahatler ve askeri seferler seyahatnamelerin kaleme alınma nedenleri arasında sayılabilir. Seyyah; kişiliği, işlevleri, aidiyetleri ve dahası yaşadığı dönem aracılığıyla tanıklık ettiği toplumla günümüzün okurları arasında bir yansıtıcı görev yapar.  Seyyahlar, zaman zaman keyfi ve taraflı aktarımlar yapmakla, ziyaret ettikleri kendi kültürel birikimleri ve bakış açılarıyla tasvir etmekle suçlanmıştır. Ancak farklı seyyahların aynı coğrafi alana ve tarihsel döneme ait gözlemleri karşılaştırıldığında, seyahatnameler daha eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirilmiş olacaktır. Ayrıca batılı seyyahların Osmanlı hakkında yansıttıkları bakış açısı, batının doğuyu algılayış şekli ve dolayısıyla siyasi düşünce tarihi hakkında ipuçları verecektir.

Seyahatnameler, mahalli tarihler hakkında değerli bilgiler vermektedir. Bolu, tarihin çeşitli dönemlerinde birçok seyyahın uğrak yeri olmuştur. Fransız Charles Texier, Faslı İbn-i Batuta ve Evliya Çelebi Bolu hakkında detaylı bilgiler vermektedir. Bu bilgiler ağırlıklı olarak idari, iktisadi, coğrafi, sosyal ve demografik konularla ilgilidir. Farklı coğrafyalarda ve çağlarda yaşamış üç seyyahın verdiği bilgilerden yola çıkarak Bolu’nun tarihsel gelişimi hakkında ayrıntılı bilgiler edinmekteyiz

Bu çalışmada Anadolu’yu farklı yüzyıllarda gezmiş üç farklı seyyahın gözünden Bolu ve çevresi aktarılmıştır. İbn-i Batuta’nın XIV. Yüzyılda yapmış olduğu seyahat Anadolu’nun durumu ve o dönem beylikleri hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Halil İnalcık’ın ‘En büyük sosyal tarihçi’ olarak adlandırdığı Evliya Çelebi’nin XVII. Yüzyılda ki seyahati Bolu hakkında önemli bilgiler nakletmektedir. Son olarak ise XIX. Yüzyılda Anadolu’ya seyahatte bulunmuş Charles Texier Bolu ile ilgili etnik, coğrafi, ekonomik gibi birçok alandaki gözlemlerini aktarmıştır. Ele alınan bu çalışmada farklı dönem ve farklı milletten olan üç seyyahın gözünden Bolu ve çevresi ile tarih içerisindeki gelişimi anlatılmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Seyyah, Batuta İbn-i Batuta, Evliya Çelebi, Texier,

BOLU: ACCORDING TO THREE TRAVELERS 

Okan GÜMÜŞDOĞRAYAN*

Abstarct

Travel book, in the broadest sense, is a text that an observer or a traveler transcribes his impressions of a specific geographical area and historical period he visited. The reasons of writing a travel book include diplomatic missions, pilgrimage, business trips, military expeditions, and travel accounts. A traveler functions as a reflector of his personality, concerns and moreover the affiliation between the period he witnessed and the society of today’s readers. Travelers have been accused of making arbitrary and one-sided transfers from time to time, and portraying visited sides in their own cultural backgrounds and perspective. However, when the observations of travelers of different historical periods that belong to the same geographical area are compared, travel books will be evaluated in a more critical perspective. In addition, they provide clues about the Ottoman perspective the western travelers reflect, the perception of the east-west and the history of political thought.

Travel books provide valuable information about local history. Bolu, in various periods of history, has been a haunt of many travelers. Charles Texier (French), Ibn Batuta (Moroccan) and Evliya Çelebi provide detailed information about Bolu. This information is mainly about administrative, social, demographic and economic issues. Based on the information given by the three travelers who lived in different geography and age, we get detailed information about the historical development of Bolu.

In this study, Bolu and its surrounding are cited in the eyes of three different travelers who traveled in different centuries in Anatolia. The journey İbn-i Batuta made in XIV century gave detailed information about the condition of Anatolia and the principalities of Anatolia at that time. Halil İnalcık’s ‘the biggest social historian’ termed Evliya Çelebi’s XVII century trip gave important information about Bolu. Finally, Charles Texier who traveled to Anatolia in XIX century cited his ethnic, geographical, economic and many other observations. This study aims to explain the historical development of Bolu and its surrounding in the eyes of three different travelers of different periods and different nationalities.

Key Words: Traveller, Bolu, İbn-I Batuta, Evliya Çelebi, Texier

1. GİRİŞ

Bolu, tarihin çeşitli dönemlerinde birçok seyyahın uğrak yeri olmuş önemli bir şehirdir. Farklı yüzyıllarda bölgeye seyahatte bulunan üç seyyah gözlemlerini not ederek günümüzeulaşmalarını sağlamıştır. XIV. Yüzyılda Faslı İbn-i Batuta, XVII. Yüzyılda Türk seyyah Evliya Çelebi, XIX. Yüzyılda ise Fransız seyyah Charles Texier Bolu’ya gezide bulunmuşlar ve Bolu coğrafyasının idari, sosyal, demografik ve ekonomik yapısına dair kapsamlı bilgiler vermişlerdir. Bu kapsamlı bilgiler dönemin Bolu’sunu geniş bir biçimde tasvir etmektedir (Süme 2013:16).

            Çalışmada, XIV, XVII ve XIX. Yüzyılda Bolu’da bulunmuş üç ayrı seyyahın gezi notlarına göre Bolu ve çevresi değerlendirilmeye çalışılmıştır. Yapılan değerlendirme sonucu seyyahların aktardığı bilgilerin Bolu ile ilgili kısımları derlenmiş ve farklı kaynaklardan da yararlanılarak bu çalışma ortaya çıkmıştır. Üç farklı zamanda ve Bolu’da bulunan bu seyyahlar iktisadi, sosyal, siyasal, demografik ve coğrafi alanda izlenimlerini bizlere aktarmışlardır. Bu bilgilerin bir kısmı başka hiçbir kaynakta bulunmayacak türde bilgilerdir

Bolu yöresine ilk yerleşenlerin Bebrikler olduğu sanılmaktadır. Bebrikya adıyla anıldığı sanılan bu yöreye M.Ö. 8.yy’dan sonra batıdan gelen Bithynialılar yerleşti. Daha sonra Bithynia olarak adlandırılan bu topraklardaki başlıca yerleşme yerleri Kienos (daha sonra Prusias, bugün Konuralp) ile Bithynion (bu günkü Bolu)’dur. İskender’in ölümünü izleyen dönemde Bolu yöresinde bağımsız Bithynia Krallığı kuruldu. Roma döneminde önemi artan Bithynia, Bizans yönetimi altındayken elverişli doğal konumu sayesinde 7. ve 9. yüzyıllardaki Arap akınlarından etkilenmedi. Roma döneminde Bithynium olarak anılan kente İmparator Cladius’un hüküm sürdüğü yıllarda Cladiopolis adı verildi. M.S.12 yy. başlarında İmparator Hadrianus’un sevgilisi Antinoos’un doğum yeri olması nedeniyle önem kazanan kent daha sonra Hadrionapolis olarak adlandırılmaya başlandı. Bir piskoposluk merkezi olan ve Bizans döneminde Polis denen kenti, 11.yy’da yöreye gelmeye başlayan Türkmenler Bolu olarak adlandırdılar.  11.yy’dan sonra Bizanslılar ile Anadolu Selçuklular arasında el değiştiren yöre 13. yüzyılda Anadolu Selçuklularının, daha sonra İlhanlıların eline geçti. Osman Gazi döneminde (1299-1324) Konur Alp tarafından Osmanlı topraklarına katıldı ve sancak merkezi yapıldı. 1324-1692 dönemine Bolu’yu yöneten sancak beyleri arasında Konur Alp, Gündüz Alp, I. Süleyman (Kanuni) ve Zor Mustafa Paşa dikkat çeker. Bu dönemde, bir ara İsfendiyaroğulları’nın istila ettiği Bolu, 1692’de sancak beyleri yerine atanan Voyvodalarca yönetildi. 1811’de II. Mahmud voyvodalığı kaldırınca, Bolu-Viranşehir adıyla yeniden sancak oldu. 1864 Vilayet Nizamnamesi ile Bolu Sancağı Kastamonu Vilayetine bağlandı. II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Bolu Kastamonu’ya bağlı olduğundan, ilk Bolu Mebusları Kastamonu mebusları arasında yer almıştır. II. Meşrutiyetten (1908) Cumhuriyet dönemine kadar bağımsız sancak olarak yönetilen Bolu, 1923’te Vilayet haline getirildi. Bolu’nun son Mutasarrıfı Ahmet Fahrettin Bey, Bolu’nun ilk valisi oldu (BV 2014:1).

2. İBN-İ BATUTA’YA GÖRE BOLU

İbn-i Batuta, Ortaçağın en büyük seyyahlarından olup 1304’te Tanca şehrinde doğmuş ve 1368’te Merrakeş’te vefat etmiştir. İlk kez hacca gitmek amacıyla Hicaz’a doğru yola çıkmış, İskenderiye’ye kadar uzanan bu seyahat İbn-i Batuta’da İslam Dünyasını tanıma merakı uyandırmıştır. Bu merak sonucu yaklaşık 28 yıl seyahatte bulunmuştur. Seyahat sonucu, Orta Asya’dan Hindistan’a, Doğu Afrika’dan Anadolu’ya kadar birçok coğrafya hakkında çoğu yerde olmayan kıymetli bilgiler vermiştir. İbn-i Batuta seyahat notlarını İbn-i Cüzey’e vererek yazmasını istemiştir. Böylece Rihletü’l İbn Batuta adıyla bilinen seyahatname Ocak 1355’te tamamlanmıştır (Aykut 2004:21;32).

İbn-i Batuta 28 yıllık seyahati sırasında Türklerle meskun coğrafyalarda bulunarak buralarda konaklamıştır. Seyyah 3.seyahatini 1333’te Anadolu’ya yapmıştır. Lazkiye’den kalkan bir Ceneviz gemisine binerek Alaiye’ye (Alanya) gelmiş ve Anadolu seyahatine başlamıştır. Daha sonra Anadolu’nun Antakya, Burdur, Eğirdir, Isparta, Ladik, Tavas ve Muğla şehirlerine uğramış ardında da Konya, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Amasya’ya uğradıktan sonra Gümüşhane’ye geçmiş buradan da Erzurum’a varmıştır. İbn-i Batuta eserinde Erzurum’dan Birgi’ye geçtiğini ifade eder. Birgi’den kuzeye doğru seyahatini sürdüren seyyah Tire, Selçuk, İzmir, Manisa, Balıkesir, Bursa, İznik, Mekece, Yenice, Göynük, Mudurnu, Bolu, Gerede, Safranbolu, Kastamonu ve Sinop’a gelerek üçüncü seyahatinin Anadolu kısmını tamamlar.  İbn-i Batuta’nın eseri XIV. Anadolu’su hakkında hiçbir kaynakta olmayan bilgiler barındırmaktadır. Seyyah, Anadolu ve Anadolu insanını genel olarak şu ifadelerle anlatır; Bilad-i Rum denilen bu ülke dünyanın en güzel memleketidir. Allah güzellikleri öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtırken, burada hepsini bir araya getirmiştir. Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı yaşar ve en nefis yemekleri pişirilir. Allah’ın yarattıkları içinde en şefkatli olanlar bunlardır ki bundan ötürü ‘’ bolluk bereket Şam’da, şefkat ise Anadolu’dadır’’ demiştir (Metin 2009:457).

Seyyah, 1333’te Anadolu’da bulunduğu süre boyunca Bolu ile birlikte bugün Bolu’ya bağlı Göynük, Mudurnu ve Gerede ilçelerine dair coğrafi, sosyo-kültürel ve iktisadi konular hakkında bilgiler vermektedir. Yenice’de Ahi tekkesinde ağırlandıktan sonra Göynük’e ulaşan İbn-i Batuta buranın küçük bir yerleşim yeri olduğundan bahseder. Göynük’te bir gece kalan seyyah burada sadece bir Müslüman hanenin olduğunu ve o hanede de beldenin idarecisi ve ailesinin kaldığını ifade etmektedir. Geri kalan halkın Hristiyan Rumlardan oluştuğunu aktarmıştır. Kış şartlarından dolayı Göynük’te ağaç ya da bağ göremeyen seyyah sadece safran bitkisinin yetiştiğinden bahsetmiştir. Hatta geceyi geçirmek için Hristiyan bir hanede ücretli konaklayan İbn-i Batuta burada kendisinin safran tüccarı sanıldığını ve bu yüzden birçok safranın önüne serildiğini ifade etmektedir. Seyyah, geceyi burada geçirdikten sonra ücretli bir kılavuzla birlikte Mudurnu’ya doğru hareket etmiştir. Kışın sertliğinden dolayı kar tüm yolları örtmüş ve yola dair tüm izler kaybolmuştur. Kılavuzla yaşanan bir anlaşmazlık sonucu kılavuz geri dönmüş ve İbn-i Batuta seyahate yalnız devam etmek durumunda kalmıştır. Eserde yol üzerinde uzaktan eve benzeyen bazı yapılardan bahsedilmiştir. Fakat biraz yaklaşınca bu yapıların ev değil de mezar olduğu anlaşılmıştır. İbn-i Batuta’nın kaydına göre yöre halkı mezarlar üzerine ahşap evler yapmıştır. Kısa bir yolculuğun ardından evlerin olduğu bir coğrafyaya girildiğini ve yaşlı bir adamın davetiyle yemek ve konaklama ihtiyacının giderildiği ifade edilmiştir. İbn-i Batuta’ya göre burası bir zaviyeydi ve bu zaviyenin şeyhi İbn-i Batuta’nın daha önce tanıdığı Arapçayı iyi konuşabilen birisiydi. Zaviyelerin böyle yerlerde kurulmasının başlıca sebebi iki yerleşim birimi arasında uzanan sarp ve dağlık yol üzerinde gidip gelen yolcuların can ve mal güvenliğini sağlama, yolcuların her türlü ihtiyaçlarını bu tesisler yolu ile karşılamaktır. Bolu ve çevresinin coğrafi özelliği, bölgede çok sayıda bu şekilde zaviye bulunmasının en önemli sebeplerinden biridir. O gece zaviyede kalan İbn-i Batuta gözlemlerini şu şekilde aktarmaktadır. ‘’O gece Cuma gecesiydi. Köy halkı zaviyede toplanmış, sabaha kadar Allah’ı anmakla, zikirle diriltiyordu geceyi. Herkes hazırlayabildiği kadar yemeği oraya getirmişti. Böylece yemek sıkıntısı ortadan kalkmış oldu.’’ İfade edilen bu bilgilerden zaviyelerin XIV. Yüzyıl için önemini kavrayabiliriz (Yakupoğlu 2007:88), (Aykut 2000:434).

İbn-i Batuta Cuma namazı öncesi Mudurnu’ya varmış ve Cuma namazını burada kılmıştır. Yöre halkıyla anlaşmakta zorlanan seyyah Arapça bilen bir hacıyla karşılaşmış ve bu hacı Mudurnu’da kaldığı süre boyunca ücret karşılığı İbn-i Batuta’ya yardımcı olmuştur. Eserden edindiğimiz bilgiye göre İbn-i Batuta saman ve yağa ihtiyaç duymuştur. Bunların tedarik edilmesi için beraberindeki iki arkadaşını bu iş için görevlendirmiştir. Saman tedarik edilmiş fakat yağ almaya giden kişi boş dönmüştür. Bunun sebebi şu şekilde ifade edilmektedir; Yağ almaya giden kişi Arapça ‘’semen’’kelimesini kullanmış Türk tüccar da saman vermiştir. Bir süre sonra karışıklık anlaşılmış ve burada yağ anlamına gelen ‘rügan’ kelimesi kullanılmıştır (Metin 2009:459).

İbn-i Batuta Mudurnu’dan (Muturni) beraberindekilerle birlikte şiddetli akan bir ırmağı aşarak Bolu şehrine girerek bir ahi tekkesine inmiştir. İbn-i Batuta konakladığı bu zaviye hakkında kıymetli bilgiler vermiştir. Zaviyenin her bir odasında ayrı ayrı ocakların yandığını ifade etmektedir. Ayrıca bu ocaklardan çıkan dumanın kimseye zararı dokunmadan bacalar yoluyla dışarı atıldığından bahsetmiştir. Bu bacalara dumanı bahari (tekili bahari) denildiğini yazmıştır. Zaviyede konaklayan İbn-i Batuta burada çeşitli yemek ve meyvelerin ikram edildiğinden bahsetmiştir. Ayrıca İbn-i Batuta’nın buradaki dervişlere ettiği dua dönemin zaviyelerinin işlevleri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Seyyah, ‘’Hak Teala yabancılara, gariplere şefkat ve merhamet gösteren, her gelen ve geçene yardımını esirgemeyen, onlara kucak açan misafirleri kendi akrabaları gibi bağrına basan bu dervişlere en güzel mükafatı versin.’’ diye dua ederken ahiliğin ve bunların tesis ettikleri tekke ve zaviyelerin tüm ihtiyaç sahiplerinin, gezginlerin, esnafın, kimsesizlerin, yoksulların, sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik müesseseler olduğunu vurgulamaktadır (Yakupoğlu 2007:87).

Bolu’daki zaviyede bir gece konaklayan seyyah, ertesi gün Gerede’ye ulaşır. Gerede’nin düz bir araziye kurulduğunu, büyük cadde ve çarşılarının var olduğundan bahsetmiştir. Gerede’nin fiziki yapısından da bahseden İbn-i Batuta, şehrin ayrı ayrı mahallelere bölünmüş olduğunu, her mahallenin kendi arasında yaşadığını ve diğerleri ile karışmadığını bildirmiştir. İbn-i Batuta, Gerede’yi bu bölgenin en soğuk yeri olarak nakletmektedir.  Gerede’de boylu-poslu olarak adlandırdığı, davranış ve huyunu sevdiği Gerede Sultanı Şah Bey ve Şam asıllı fakih Şemsettin ile tanışır ve sohbet eder. Şahin Bey’in hediye ettiği güzel koşumlu bir at ve bir kat elbiseyi kabul eder. İbn-i Batuta Gerede’deki seyahatini tamamladıktan sonra Borlu’ya (Safranbolu’ya) gitmek üzere buradan ayrılır (Aykut 2000:436;437).

3. EVLİYA ÇELEBİ’YE GÖRE BOLU

Evliya Çelebi 1611’de İstanbul’da doğmuş ve 1682 yılında Mısır’da vefat etmiştir. Evliya Çelebi’nin eserinde aktardıklarına göre geziler bir rüya üzerine başlamıştır. Bu rüyanın özeti şöyledir: Seyyah, 1630’da Muharrem ayının aşure gecesi Ahi Çelebi Camii’nde Hz. Peygamber’i görür. Hz. Peygamber’in huzuruna varınca ‘’Şefaat ya Resulallah diyeceği yerde seyahat ya Resulallah’’ demiş ve bunun üzerine Hz. Peygamber o gece hem şefaatini müjdeler hem de seyahate izin vermiştir. Yarım asır süren seyahat sırasında tutulan notlarla meydana gelen 10 ciltlik eser 17. Yüzyıl için kıymetli bir kaynaktır. İyi bir gözlem yeteneğine sahip olan Evliya Çelebi tarihi, coğrafi, demografik bilgilerin yanında etimolojik ve kültürel bilgilere de yer vermiştir. Eser bu yönüyle Türk kültür tarihi açısından önemlidir. Seyahatname ilk kez Avusturyalı şarkiyatçı Hammer tarafından 1814’te incelenmiştir. Bu incelemeden sonra eser diğer dillere çevrilmeye başlanmıştır. Ülkemizde ilk kez Ahmet Cevdet Paşa’nın başkanlık ettiği bir ekip tarafından transkripsiyonu yapılmış ve eser basılmıştır. Bu basım tahrir edilmiştir. Evliya Çelebi’nin boş bıraktığı kısımlar doldurulmuş ve bazı kelimeler sansür kurulu tarafından çıkarılarak yeni basıma eklenmemiştir. Evliya Çelebi’nin kendi el yazması olarak kabul edilen ve bugün Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesinde bulunan eseri özgün olarak yayınlayan Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı’dır (Eren 1972).

10 ciltlik eserin 2.cildinde Bolu ve çevresinden bahsedilmektedir. Bolu, İstanbul ile doğu vilayetleri arasında menzil noktasındadır. Evliya Çelebi bu sebepten dolayı Bolu’dan altı kez geçmiştir. 1640 senesinde İstanbul’dan Trabzon’a giderken, Düzce menzilinden dokuz saatlik yolculuğun ardından Bolu’ya varmıştır. Seyyah ilk başta Bolu’nun bakımlı ve mamur bir şehir olduğundan bahsetmektedir. Daha sonra burada bir kalenin olduğunu ancak kalenin o dönemde harabe gibi göründüğünü vurgulamaktadır. Fatih Sultan Mehmed Han yazımı üzerine Anadolu eyaletinde sancakbeylik tahtıdır. Padişah tarafından beyinin hassı 300.122 akçedir. Bolu zeameti 14, Bolu tımar 55, Çeribaşısı ve Alaybeyisi vardır. Kanun üzere Cebelü’leriyle 2.800 kılıç asker olur. 800 adam da beyinin ve çeribaşısının olur. Ve 300 akçe şeriflik kazadır. Beş nahiyesi vardır: Etrafşehir, Gökçesu, Gerede yolu solundaki Sazak, Dörtdivan ve Yığılca. Kadısına senelik 5.000 kuruş, beyine 15.000 kuruş verilir. ‘’Kanuna aykırı birkaç kuruş dahi alınsa hemen reaya üç günde İstanbul’a varıp şikayet eder, zalim olan hakimin hakkından gelirler’’ diyerek Bolu’ya dair önemli bilgiler nakletmektedir (Konrapa 1960:276).

Evliya Çelebi Bolu’da 34 mahalle ve 34 camiinin varlığından bahsetmektedir. Ancak bu camilerin çoğunun mescit niteliğinde olduğunu ve Cuma namazı kılınmadığını belirtir. Çarşı içindeki Mustafa Paşa Camii ile Ferhat Paşa Camii’nin bakımlı ve kalabalık olduğunu ifade ederken bu camilerin Süleyman Han’ın mimarbaşı olan Koca Mimar Sinan’ın işidir der. Evliya Çelebi Bolu’da 3 bin hanenin bulunduğunu söyler ve bu hanelerin çatısının kiremitle örtülü olanlarının zengin hanelere ait olduğunu belirtir. Bu hane sayısı 17. Yüzyıl için Bolu nüfusuna dair bize bilgi verir. Ömer Lütfi Barkan’a göre bir Osmanlı hanesi 5 bireyden oluşmaktaydı. Bu görüşe göre nüfus 15 bin yapmaktadır. Bolu için 17. Yüzyıl’da ciddi bir rakamdır 15 bin. Bolu’da bu hanelerin içerisinde Paşa Sarayı, Zülfikar Ağa Sarayı, Şemsi Paşa Sarayı ve İrem Bağı gibi sarayların da bulunduğu eserde belirtilmiştir. Ayrıca Bolu’nun menzil noktasında olmasından dolayı ticari faaliyetler o dönemde gelişmiştir. 400 adet büyük ve bakımlı dükkan, 7 han ve 1 bedestenin varlığından bahsedilmiş olması ticaret noktası olması hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Bunun dışında birçok çeşme ve hamamın olduğu belirtilmiştir. Eserde, Medrese ve Darülhadis hakkında bilgi verilmemiş ancak 71 adet Sıbyan Mektebi’nin olduğu ifade edilmiştir. Evliya Çelebi Bolu’da alimlerin fazlasıyla olduğunu ve Muhammedi’ye kitabı okuduğunu eseri aracılığıyla bizlere ulaştırmıştır. Bolu halkından da bahseden seyyah burada çokça Oğuz adamları vardır diyerek bölgedeki Türk unsura vurgu yapmıştır. ‘’Bolu’nun suyunun ve havasının tatlı olmasından dolayı güzel kadın ve erkekleri çoktur’’ der. Kadınları tamamen muhayyer ferace[1] giyip yassı-baş ile gezerler. Ama gayet edepli ve kapalı hatunları vardır. Yörenin yiyecek ve içeceklerinden bahsederken bağ ve bahçelerin çok olmasını ifade eder. Kiraz, ab-ı hayat suları, kutu bozası, çam ve ardıç bardakları olur ki ondan su içen yeniden hayat bulur. Buralarda ona senek ve boduç[2] derler.  Bolu dağlarında çam ağaçlarının çok sık olduğunu ve halkın tahta işiyle uğraştığını belirtmektedir. Bolu kerestesini ön plana çıkaran Evliya Çelebi, Bolulular için kara ve deniz tüccarları tabirini kullanmıştır. Akçaşar’dan bahsederken de kerestenin önemini vurgulayan Evliya Çelebi, burasının Bolu şehrinin iskelesi olduğunu belirterek deniz kıyısında 70 mahzen olduğunu ve bunların kereste ve çam tahtalarıyla dolu olduğunu söylemektedir. Ayrıca Tersane-i Amire’nin kereste ihtiyacının Bolu’dan karşılandığı söylenmektedir. Verilere göre Çırağan Sarayı’nın yapımında Bolu kerestesi kullanıldığı ve bunun bina memuru Ahmet Rıfat Efendi tarafından temin edildiği söylenmektedir.

Seyyah Bolu’nun güneyinde yarım saat uzaklıkta ve bağlar içinde eski bir ılıcadan bahsetmektedir. Suyunun çok sıcak olmasına karşın uyuz hastalığına yararlı olduğunu ifade eder. Nice nice yararları görüşmüş bir ılıcadır diyerek herkesçe bilindiğini nakleden Evliya Çelebi, ılıcanın özelliğini anlatırken, suyunu içenin midesini iyileştirip vücudunu pamuk gibi yapar der. Şehirde yaşayan küçük-büyük herkesin araba araba bu ılıcaya gidip zinde vücuda sahip olduğunu eserinde belirtir (Kahraman, Dağlı 2005:204).

12 saatlik yolculuğun ardından köyleri aşarak Gerede kasabasına vardığını anlatan seyyah Bolu sancağı toprağında subaşılık ve 150 akçe kaza olduğunu belirtir. Geniş bir ova içinde kurulan belde de bin adet tahta ve kiremit örtülü eski evin olduğunu belirtmektedir. Bölgede 9 mahalle ve 11 mihrabın varlığından bahseden cami sayısını boş bırakmıştır. Bunların dışında 3 adet tekke, 1 hamam, 3 han, 200 dükkan ve 7 kahvenin var olduğunu nakletmektedir. Gerede esnafından fazla bıçakçı ve debbağın olduğundan bahseden Evliya Çelebi, Gerede gönü ve sahtiyanının[3]  meşhur olduğunu ifade eder. Suyu ve havayı gayet tatlı olarak belirten seyyah halkı ise zinde, iri yapılı, cesur Türk taifesi olarak ifade etmiştir. Gerede’nin soğuğunu anlatırken ‘’Erzurum soğuğu beni Gerede’de bulun’’,  diyerek Gerede soğuğunu Erzurum’a denk tutmuştur. Çankırı şehrine varıncaya kadar nahiyelerin gayet bakımlı ve yaklaşık 40-50 bin Türk yaşadığı belirtilmiştir (Kahraman, Dağlı 2005:203).

Evliya Çelebi Mudurnu’nun 150 akçelik kaza olduğunu ifade etmiştir. Mudurnu kalesinden de bahseden seyyah, kalenin 20 kulesinin ve bir kapısının olduğunu ancak kullanılmaz halde bulunduğunu ifade etmiştir. Aşağı çarşıda bulunan Yıldırım Han Camii’nin en eski ve en meşhur camii olduğu vurgulanmış ve çevresinde Yıldırım Han Medresesi, Bir Darülhadis, 13 Sıbyan Mektebi, 3 han ve 1 hamamın varlığından bahsedilmiştir. Çarşıdaki dükkanların çoğunun iğne dükkanı olduğu belirtilirken bölgede önemli bir iş olan iğnecilikten ayrıntılı olarak bahsetmektedir. 17.Yüzyılın yarısında yaklaşık 1100 iğneci tezgahından söz edilir. İğneci dükkanı olmayan bazı kimselerin bu işi evlerinde yaptığı ifade edilmiştir. Kız iğnesi denilen küçük bir nakış iğnesinin her yerde beğenildiğini ifade eden Evliya Çelebi ‘’ben dahi hayran kaldım’’ diyerek iğnenin özel olduğunu vurgulamaktadır. Öğle küçük iğne ile ince iş yaparlar ki, iğne deliğinden beş yüz yıllık yol olan göğü seyredenin gözü ermez diyerek iğnenin özelliğini belirtmektedir. İğnenin gayet ucuz olduğunu ve fiyatı konusunda bize bilgi veren seyyah, iğnecisine göre en iyisinin onu bir akçeye, en adisinin yirmisi bir akçeyedir demiştir. Burada yapılan iğnelerin Rum ve Hint ülkelerine kadar gönderildiğinin seyahatnamede belirtilmesi iğneciliğin o dönem için önemli bir sanayi kolu olduğunu göstermektedir. Katip Çelebi, Cihannüma adlı eserinde İstanbul’daki iğnecilerin de Mudurnulu olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Mudurnu o dönemlerde dar-ı suzen (iğneciler şehri) olarak da biliniyordu. Seyyah son olarak ise Mudurnu Cevizi olarak tanınan ve bölgede meşhur olan ince kabuklu, badem tadındaki cevizden bahsetmiştir (Konrapa 1960:278), (Ekincikli 1995:66).

1648’de Göynük’ten geçen Evliya Çelebi, buranın 150 akçelik bir kaza olduğunu belirtmiştir. Türbeli Göylük adında bir kaleden bahseden seyyah, bu ismin verilme sebebi Ak Şemsettin’in burada gömülü olmasındandır der. Evliya Çelebi, Göynük’ün iki tarafının dağlık olduğunu ve şehrin içinden bir derenin aktığını söylerken bu derenin, dağlardan çam oluklarıyla akan bir hayat suyu gibidir demiştir. Göynük’ü eski ve güzel bir şehir olarak niteleyen seyyah, ahalinin tamamen Türk olduğunu vurgulamaktadır. 8 mahallenin olduğunu söyleyen seyyah tamamı 2000 kadar çam tahta örtülü evin bulunduğunu da eserde belirtilmiştir. Şehirde 20 Sıbyan Mektebi’nin, 75 dükkanın ve 1 de hanım varlığını ifade etmiştir. Bu dükkanların çoğunluğunun at çulu ve torba işlemesinden dolayı Torbalı Göynük denildiği seyahatnamede belirtilmiştir (Konrapa 1960:279).

4. CHARLES TEXİER’E GÖRE BOLU

Fransız arkeolog ve gezgin olan Charles Texier 1802 yılında Versailles’te doğmuş, 1871’de ise Paris’te vefat etmiştir. Bayındırlık işleri müfettişliği görevindeyken Fransız Hükümeti tarafından Anadolu’ya gönderilmiştir. Seyahati boyunca Anadolu’da birçok yerde arkeolojik çalışmaya yapan ve seyahatte bulunan Texier 19. Yüzyıl Anadolu’su hakkında gözlemsel bilgiler aktarmaktadır. Bu bilgilerden o dönemde yaşayan halkın demografik, kültürel ve ekonomik durumu hakkında bilgi edinmekteyiz. Anadolu’ya ilk seyahatini 1833’te, ikinci seyahati ise 1843 yılında yapan seyyah bu süre içerisindeki gözlemlerini Küçük Asya Tarihi, Coğrafyası ve Arkeolojisi adlı eserinde bizlere ulaştırmıştır. Eserin önemi,Hititler’in başşehri Hattuşaş (Boğazköy) ile buranın açık hava tapınağı olan Yazılıkaya’yı bulmuş ve bu bölgeleri dünyaya tanıtmış olmasıdır Eser ilk kez 1923-1924 tarihlerinde Ali Suat Bey tarafından Osmanlı Türkçesine çevrilmiştir. Günümüz Türkçesine ise Prof. Dr. Kazım Yaşar Kopraman tarafından aktarılarak ve Enformasyon ve Dökümantasyon Vakfı aracılığıyla yayımlanmıştır (Kaya 2012:246).

Charles Texier, eserin 36. bölümünde Bolu, Mudurnu ve Gerede hakkında bilgi vermektedir. 19. Yüzyıl Anadolu’sunu geniş bir biçimde tasvir eden gezgin Bolu’ya dair bilgi verirken ilk olarak şehrin adından bahsetmektedir. Şehrin ilk adının Bithynium olduğunu ifade eden Texier daha sonra şehre Claudiopolis adının verildiğini Bolu isminin ise Claudiopolis’in son iki hecesinden oluştuğunu söyler. Bithynium dönemindeki şehirden bahsederken üretilen bir peynirin meşhur olduğunu ve Roma’ya kadar gönderildiğini belirtir. Texier’in seyahatte bulunduğu dönemde ise misitra denilen ve salamurada bekletilerek yoğurt gibi mayalan bir peynirin varlığından bahsedilerek kuru peynir kullanımının buralarda hemen hemen hiç bilinmediği belirtilmiştir. Bitinium yıkıntıları ile ilgili bilgi veren gezgin, bu yıkıntıların Bolu şehrine üç-dört kilometre uzaklıkta bulunan Eskihisar adındaki yerde olduğunu ifade eder. Bu yıkıntılar içerisinde ayakta kalan bir şeyin olmadığını söylerken birkaç kitabe ile mimari eser parçalarının bulunduğunu da eklemiştir. Bolu merkezinin, kuzey ve doğudan dağlarla çevrili verimli bir ovanın ortasından olduğu söylemiştir. Bolu’da önemli bir anıtın olmadığını söyleyen Texier, sadece 4-5 adet minareli camii ile birkaç kervansaraydan söz etmiştir. Bunların dışında şehrin güney tarafında tedavi edici özelliği bulunan ve Ilıca adıyla bilinen kaplıcalardan bahseder. Bolu şehrinin bahçelerle çevrilmiş ve mahalleler içine yayılmış 25 bin kadar nüfusunun olduğunu ifade edilmiştir. Kaleye benzer bir yeri yoktur varsa da bugün tamamen yok olmuştur diyerek Şehrin hiçbir zaman bir savaş kasabası olmadığını ifade etmiştir. Şehrin, İstanbul ile Ankara arasından transit merkezi olması sebebiyle ticaret anlamında önemini vurgulamıştır. Yün ve boyacılıkta kullanılan sarı tohumun uzun bir trafik oluşturduğunu belirterek kervanların aralıksız olarak birbirini takip ettiğini nakletmiştir (Texier 2002:256).

Bolu’dan Gerede’ye geçen gezgin bu iki yer arasındaki mesafenin 25-30 kilometre olduğundan söz etmiştir. Gerede yollarının güzelliğinden bahsederken, ormanlı vadiler içinden geçtiğini ifade etmiştir. Gerede isminin tarihçesi hakkında bilgi veren Texier, İmparator Konstantin’in verdiği bir ad sonucu olarak daha sonra Flaviopolis adını alan eski Cratia şehridir demiştir. Gerede’nin, Bizans İmparatorları zamanında bir Piskoposluk merkezi ve eyaletin başlıca şehirlerinden birisi olduğu eserde belirtilmiştir. Cratia’nın, Patriklik merkezi olan İzmet’e daha yakın bulunmasına rağmen İstanbul Patrikhanesine bağlı olmasını ifade eden gezgin, bunun tamamen keyfi olduğunu ifade etmiştir. 19. Yüzyıl Gerede’sinden bahseden Texier, şehrin endüstriyel ve ticari hareketliliği üzerinde durmuştur. Şehirde yetiştirilen keçi türünün, ihracatta önemli bir yere sahip olan derinin ham maddesini oluşturduğu açıkça belirtilmiştir. Ayrıca keçi dericiliğinin yanında koyun dericiliğinin de Gerede için önemi vurgulanmıştır. Şehrin genel görünümü aktarılırken, büyük bahçelerle çevrili alanların çokluğu belirtilmiştir. Seyyah bu ağaçlar arasında yolların açılmış olmasını düşünmüş ve bu düşüncesini eserinde de kaleme almıştır. Billaeus (Filyos) nehrinin doğu kolu olan Ulusu Irmağının Gerede arazisini suladığı ifade edilmiştir. Bu göllerin dışında Tuz Gölü ve Karagöl adında iki gölün varlığı belirtilmiş fakat başka herhangi bir ayrıntı verilmemiştir. Gerede’nin önemi şu sözlerle ifade edilmiştir. ‘’Bitinya’nın bu doğu kısmı, ne verimlilik ne de güzellik açısından diğerlerine yerini bırakır. Bunun süsü, yalnız ormanlar değildir. Şehri ve köyleri saran meyve ve sebze bahçeleri, çok mutlu bir çeşitlilik sergiler.’’ diyerek Gerede’nin bölgedeki yerleşim yerleri arasındaki önemi vurgulanmıştır. Buna ek olarak Avrupa’da yetiştirilen meyvelerin burada başarılı şekilde üretildiğini ifade eden Texier, Şam fıstığı gibi sıcak iklim isteyen meyvelerin de bahçe içlerinde yetiştirildiğini nakletmiştir (Texier 2002:258).

Mudurnu’dan da kısaca bahseden seyyah, Konstantin Porfirogenet zamanından beri bu şehir ne artmış ne de eksilmiştir der. Şehirde incelenmeye değer önemli noktaların olduğu belirtilmiştir. Texier’ın gözlemlerine göre Mudurnu’nun sık ormanlarla kaplı olduğu ifade edilmiştir (Texier 2002:255).

 

 

5. SONUÇ

İbn-i Batuta XIV. Yüzyıl Bolu’sunu gözlemleyerek o dönem koşullarını eseri aracılığıyla günümüze aktarmıştır. Seyyah karşılaştığı her olayı not etmeye çalışmıştır. Gittiği her yerde zaviyelere ziyarette bulunmuş ya da zaviyelerde konaklayan İbn-i Batuta, bu kurumların XIV. Yüzyıl Anadolu’su için sosyo-kültürel ve ekonomik anlamda ne derece önemli olduğunu vurgulamaktadır. 1333’te Bolu ve çevresinde bulunan İbn-i Batuta, sırasıyla Göynük, Mudurnu, Bolu ve Gerede hakkında birçok konuda bilgi nakletmektedir.

Evliya Çelebi, gezdiği yerlerin coğrafyasını tanıtarak coğrafyacı, tarihi yapıları ve bu yapıların tarihsel sürecini aktarmış olması bakımından tarihçi ve seyahatnamede doğum, evlilik, ölüm gibi sosyo-kültürel olayların bulunması onun halk bilimci kimliğini ön plana çıkarmaktadır. Evliya Çelebi’yi ve  Seyahatname’yi anlayabilmek için eserin yazıldığı dönemin özelliklerini ve şartlarını da göz önünde tutmak gerekir. Cumhuriyet Dönemi ünlü edebiyat araştırmacımız Ahmet Hamdi Tanpınar “Ben Evliya Çelebi’yi tenkit etmek için değil, ona inanmak için okurum. Ve bu yüzden de daima kârlı çıkarım”  diyerek  Seyahatname’ye yaklaşımını ortaya koymuştur. Tarafımızca da Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesine aynı anlayışla yaklaşılmasında fayda olduğu değerlendirilmektedir (TANPINAR Ahmet Hamdi,1989, Beş Şehir, MEB Yayınevi 1989. s. 16).

            Charles Texier 19. Yüzyılın ilk yarısında Anadolu’ya iki kez gelmiş ve birçok bölgesini gezerek arkeolojik kazılara katılmıştır. Bu süre boyunca bulunduğu bölgelerin kültürü, tarih içerisindeki gelişimi ve ekonomik durumlarıyla ilgili notlar almış ve bu notları Küçük Asya adlı eseri ile yayınlamıştır. Anadolu seyahatinde Bolu, Gerede ve Mudurnu’dan da geçen gezgin, bu bölgelerle ilgili çeşitli konularda bilgi vermiştir. Seyyahın verdiği bazı bilgiler eskiyle kıyaslandığında bazı durumların çok fazla değişikliğe uğramadığı görülmektedir. Örneğin ormanlık alanların çokluğundan ve Bolu’nun güneyindeki Ilıca’larla ilgi verdiği bilgiler 17. Yüzyıl seyyahı Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilerle uyuşmaktadır.

 

 

 

 

 

KAYNAKLAR:

AYKUT (2000) A. Sait, “İbn-i Batuta Seyahatnamesi”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

DANKOFF (2004) Robert, Çeviri TEZCAN Semih, ‘’Evliya Çelebi Seyahatnamesi Okuma Sözlüğü’’ Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi:37, İstanbul.

EKİNCİKLİ (1995) Mehmet, ‘’Temettuat Defterlerine Göre 1261 (1844) Mudurnu Kazası’nın Sosyo-Ekonomik Yapısı’’, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk İktisat Tarihi Anabilim Dalı.

EREN Hasan, (1972), ‘’Evliya Çelebi ve Anadolu Ağızları’’, Bilimsel Bildiriler, TDK Yayınları.

KAHRAMAN (2005) Seyit Ali, DAĞLI Yücel, “Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi 2.Cilt 1.Kitap”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

KAYA (2012) Mustafa, ‘’Charles Texier’in Seyahatnamesine Göre XIX. Yüzyılda Anadolu’nun Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Durumu’’, Gazi Türkiyat, Ankara.

KONRAPA (1960) Zekai Mehmet, “Bolu Tarihi”, Bolu Vilayet Matbaası.

METİN (2009) Tülay, “İbn-i Batuta Seyahatnamesine Göre Bolu”, Bolu, Kültürü, Tarihi ve Köroğlu Sempozyumu, İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu.

SÜME (2013) Mehmet, ‘’Evliya Çelebi’nin İzinde Bolu’’, Bengü Yayınları, Ankara

TANPINAR (1987) Ahmet Hamdi, ‘’Beş Şehir’’ , MEB Yayınevi, İstanbul.

TEXİER (2002) Charles, Çeviren SUAT Ali, Latin Harflerine Aktaran KOPRAMAN Kazım Yaşar, ‘’Küçük Asya Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi’’, Enformasyon ve Dökümantasyon Hizmetleri Vakfı, Ankara.

YAKUPOĞLU (2007) Cevdet, “Kuzaeybatı Anadolu’nun Sosyo-Ekonomik Tarihi, XIII-XIV. Yüzyıllar”, Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi.

OB (2002), “Osmanlıya Duyulan İlgi, Seyahatnameler ve Oryantalizm”, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul.

BV (2014). “Bolu Tarihi”, http://www.bolu.gov.tr/ortak_icerik/bolu/bilgi-islem/documents/ genel_bilgiler.pdf (Erişim: 15.09.2014)

 

* Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi

* Graduate Student of Hacettepe University İnstitute of Turkish Studies

[1] 1. Osmanlı ülkelerinde, kadınların çarşaftan önce sokakta giydikleri üstlük. 2. 1848 den sonra ilmiye sınıfının giydiği bol yenli uzun giysi. TDK Büyük Türkçe Sözlük

[2] Divan-ı Lügati Türk’te ağaçtan oyulmuş su kabı olarak belirtilmektedir.

[3] Tabakalanarak boyanmış ve cilalanmış genellikle keçi derisi, TDK Büyük Türkçe Sözlük.

Araştıran : 

Okan GÜMÜŞDOĞRAYAN

Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü

Bilgilerin toparlanmasında  emeği geçen Okan GÜMÜŞDOĞRAYAN arkadaşımıza   Mudurnulular adına teşekkür ederiz. MUDURNU HABER

www.mudurnuhaber.com

BOLU ŞENLİKLERİ BU YIL SEBEN’DE

BOLU ŞENLİKLERİ BU YIL SEBEN’DE

İstanbul Bolu ili ve İlçeleri Kültür ve Dayanışma ve Yardımlaşma  Derneği tarafından her yıl  geleneksel olarak yapılan  Bolu Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Şenlikleri bu yıl  farklı olarak yapılacak.

 

Dernek Başkanı Turgut GÜLEN her yıl yapılan şenlikleri  İstanbul da yaptıklarını ifade ederek bu yıldan itibaren Şenlikler Bolu ili ilçelerinde yapılacak , ilk olarakta bize Ev sahipliğini SEBEN  üstlendi dedi.   Turgut GÜLEN  şenlikler esnasında yapılacak kura ile bir dahaki yıl Bolu nun hangi ilçesinde  şenliklerin devam edeceği çekiliş ile belirlenecek dedi.

 

Gülen, amaçlarının Bolu nun  Kültürel anlamda  çok zengin bir il ve ilçelerinden oluştuğunu ifade ederek birbirinden  güzel ve tanıtılması gerekli ilçelerimizi Derneğimizin faaliyetleri ile tanıtacağız dedi.

 

              ŞENLİKLERDE  MÜZİK ZİYAFETİ  YAŞANACAK

Dernek Başkanı Turgut GÜLEN şenliklerde Müzik ziyafeti yaşanacağının altını çizerek şu anda  bizimle birlikte olacak arkadaşlarımız Ramazan ÇELİK,Taner DOĞANÖZ ve Tokatlı Aslı ŞAHİN, diğer sanatçı arkadaşlarımız ilede görüşmelerimiz devam ediyor dedi.

www.mudurnuhaber.com

 

4. BOLU KÜLTÜR’ÜNÜ TANITMA VE YAŞATMA ŞENLİKLERİ

Bolu İli ve İlçeleri Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Tarafından Geleneksel olarak Düzenlenen. Bolu Kültür’ünü Tanıtma ve Yaşatma Şenlikleri Bolu ilimizin Güzide İlçelerinden Seben Belediyesinin katkılarıyla yapılacaktır. Bu Etkinlik’te Bize sponsor olarak destek vermek isteyen iş adamlarımıza ve firmalar içim Afişimize reklam Alımları başlamıştır. 

İLETİŞİM BİLGİLERİ

DERNEK BAŞKANI
TURGUT GÜLEN 
TE : 0531 429 28 39

MODERNO TERMAL BİSMİLLAH DEDİ

MODERNO TERMAL  BİSMİLLAH DEDİ

Mudurnu ilçesi  Fındıcak köyü sınırlarında  yaklaşık  4 yıldır proje aşamasında olan  MODERNO Termal de  çalışmalar başladı.

MODERNO TERMAL  tesislerinin yapımcı firması Birtük Yapının  Sahibi Emre KUŞDİL   bu Proje Mudurnu için bir değer olacak, sıkıntılar çektik fakat şu an   hepsi geride kaldı ve faaliyetlerimize başladık dedi.

Kuşdil, suyumuzu aldık binalarımıza başlıyoruz, günün  ihtiyaçlarını göz önünde tutarak  her şeyi düşündük ,  MODERNO TERMAL il pazarlama ekiplerini kurduk yakında  tanıtmlarımız başlayacak dedi.

LANSMAN FİYATLARI

Emre KUŞDİL Lansmana özel 150  Daire için özel fiyat ayarladık, yakında açıklayacağız dedi.

www.mudurnuhaber.com

Narven Bolulular gecesinde tanıtıldı

Narven Bolulular gecesinde tanıtıldı

Bolu da  NARVEN Termal Kasaba olarak,  Bolu Turizmine hizmet amaçlı başlayan Proje Gebze darıca da  Bolulular gecesinde de tanıtımı yapıldı.

Darıca da Bolulular gecesinde NARVEN standında görevli Müşteri Temsilcisi Engin ATEŞ,  Projemizi  Gebze, İstanbul ve bu bölgedeki vatandaşlarımızında daha yakından tanıması için buraya stant açtık, ilgiden memnun kaldıklarını belirtti.

Gebze  de açılan stant ta  NARVEN tanıtım Ekibi  Projeyi tanıttı ve  Standı ziyaret edenlere  Projenin  tanıtım  broşürü ve Bolu Çikolatası ikram etti.

www.mudurnuhaber.com

 

Mudurnu Turizmine yeni soluk

Mudurnu Turizmine yeni soluk

Bolu Mudurnulular Derneği Eski Başkanlarından   Sami ÖZDEMİR Mudurnu ilçesindeki Turizm hareketine katkı  sağlayacağını düşündüğü için ilçeye  geldiğini  söyledi.

ÖZDEMİR, Mudurnu ilçesi için yıllardır çeşitli  çalışmalar yaptığını ifade ederek, bundan böylede Mudurnu Keyvanlar Konağının işletmeciliği ile ilçeme hizmet vermek için Mudurnu’ya geldim dedi.

BAŞARILAR DİLERİZ

Mudurnu ilçemizi yıllardır en iyi şekilde  temsil eden değerli  Sami ÖZDEMİR Ağabeyimize  başarılar diler, her zaman  kendisine  gerekli desteği vereceğimizi  belirtiriz.

MUDURNU HABER

www.mudurnuhaber.com

 

 

MUDURNU YA İLGİ ARTIYOR

MUDURNU YA İLGİ ARTIYOR

2001 yılında  Ekonomik kriz sonrasında sürekli arayış haline giren MUDURNU ilçesine ilgi artıyor.

Abant gölüne yakınlığı ile Turistlerin dikkatini çekmeye çalışan MUDURNU ilçesinin yerel yönetim tarafından  çok fazlada reklamları yapılmamasına rağmen  ilçe Kültürü ve Tarihi ile  kendini göstermeyi başardı.

 MUDURNU İLÇESİ DİZİ ÇEKİMİ İLE  SESİNİ DUYURMAYA HAZIRLANIYOR

İlçede Bir Film şirketi tarafından Dizi Film çekilmesi için hazırlıklar  Ramazan Bayramı öncesinde başlamıştı. Bayram sonrasında Dizi Film şirketi ilçede  bazı  Mekan sahipleri ile kira konusunda anlaşma yaparak ilçede Dizi Film  çekimleri için  yakında start verecek.

www.mudurnuhaber.com

MUDURNU’DA ABANT BAYRAMLARI VE TURİZM

MUDURNU’DA

ABANT BAYRAMLARI VE TURİZM

 

Seksen yıl önce bugün 17 Temmuz 1934 tarihi, Atatürk’ün Bolu’ya geliş tarihidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerimizde Atatürk’ün Bolu’ya geldiği 17 Temmuz tarihini Atatürk Bayramı,  takip eden ilk Pazar gününü de Abant Bayramı olarak kutlardık. Son yıllarda Abant bayramları vilayetimizce unutulmuş iken,  son üç yıldan beri Mudurnu Belediyesinin organizasyonu ile tekrar yapılmakta olması gerçekten bizleri ve Mudurnu halkını oldukça sevindirdi. Gelenek ve kültürümüze sahip çıkanlar ile emeği geçenleri kutluyorum.

Abant bayramlarını çocukluğumuzda iple çekerdik. Mudurnu dışına çıkmak, Bolu’dan gelecek akrabalarımızla Abant’ta buluşmak, göl etrafında tur atmak ne kadarda mutlu ederdi, beni ve çevremi… Hazırlıklar günler öncesinden başlardı; önce birlikte olunacak akraba veya komşular belirlenir, daha sonra mahalleden kalkacak vasıta sahibine isimler yazdırılırdı. Hanımlar kendi aralarında konuşarak, götürülecek yiyeceklerin taksimini yapar, erkekler içeceklerini itinayla hazırlardı. Abant’a erken gidip subaşında yer kapmak çok önemliydi. Daha sonra karpuz, kavun ve içkilere soğuk akarsuyun altında yer bulunur, çocuklara salıncaklar yapılıp, yemek için ateş yakılırdı.

Abant’a ilk gidişim yanılmıyorsam 1951 yılındaydı; Kazan mahallesinden kalkan Kınacıların traktörüne doluştuk. Rahmetli Mehmet Amcanın şaka ile karışık “kezeri kakmayasıcıkla debildemeg, oturagon, kakıyoz. “ komutuyla hareket edilmiş, Çetmi’yi geçip rampayı sardığımız keskin dönemeç de hepimizi traktörden indirmişti. Çok dik olan bu dönemeç Abant’a giden şoförlerin korkulu rüyasıydı. Bütün vasıtalar burada yolcularını indirir, tepede tekrar bindirirdi. İdari sınır olarak Mudurnu hudutları içinde bulunan Abant bölgesi, Orman İdaresi yönüyle üç bölgeye ayrılmıştı. Göl çevresindeki bu bölünme, Bolu yakası, Düzce yakası ve Mudurnu yakası isimleriyle tarif edilirdi. Mudurnu tarafında bulunan Kirazlı Pınar Çeşmesi büyüklerimiz için tercih sebebiydi. O gün Abant’ın her yerinde yöresel oyunlar oynanır, Bolu, Düzce ve Mudurnu yakaları arasında adeta eğlence yarışı yapılırdı.

17 Temmuz’da kutlanan Atatürk ve takip eden Pazar kutlanan Abant Bayramları nasıl başlamıştır, hiç merak ettiniz mi?

Abant Bayramı Mudurnu köylüsünce yıllar öncesinden beri Yayla Bayramı olarak kutlanırdı. Mudurnu Abant dibi köy halkı Orta Asya’dan geldiklerinde mensubu oldukları Türk boy ve oymak isimlerini köylerine de vermişlerdi. Yayla evlerinin yapılış şekilleri ile yayla ve köy hayatları Orta Asya kültürlerinin devamı ve özelliklerini taşır. Yayla Bayramları da bu geleneklerinin devamıdır.

Eskiden Abant’ta yaylası olan Örencik, Pelitözü, Sarıyar, Alpagut, Delice, Bulanık, Çetmi gibi Abant dibi köyleri ayrı, ayrı bu yaylada bayram yapardı. Bu köylerden birisi yayladan inileceği zaman diğer komşu köyler halkını çağırır, gelen misafirleriyle yaylanın Erenler denilen ve her köyün kutsal saydığı bir çamlıkta toplanırlardı.

Kuzular kesilir, bulgurla karışık pirinç pilavları pişirilir, evlerden getirilen yufkalar dağıtılır ve buz gibi yayık ayranları içilirdi. Artan pilav ise köyde kalan yaşlılara götürülmek üzere dağıtılırdı.

İhtiyarların anlattığı savaş anıları gençler tarafından hayranlıkla dinlenir, daha sonra güreş müsabakaları tertip edilirdi. Yapılan dua ile de bayram sona ererdi.

Kısacası Abant’ı, Mudurnu ve köyleri dışında pek tanıyan yoktu ve Abant Yayla Bayramını sadece Mudurnulular kutlardı.

Abant’ın tanıtımı ve dışa açılmasında, Bolu eski belediye başkanı rahmetli Reşat Akar’ın büyük emek ve çalışmasını görüyoruz. 1919 yılında veteriner olarak vazifeli geldiği Mudurnu’dan Abant’a gitmiş ve gördüğü güzellikler karşısında şaşırıp hayran kalmıştır. Bolu’ya dönüşünde bu güzellikleri Bolu Mutasarrıfı ve ilk Bolu valisi Fahri bey’e anlatır ve birlikte Abant’ı ziyaret etme teklifinde bulunur. Gördükleri manzara karşısında adeta büyülenen Vali, beraberlerinde bulunan fotoğrafçı Ziya Beye Abant’ın fotoğraflarını çekme talimatı verip, büyüttürdükleri bu fotoğrafları Halk evinin duvarlarına astırır.

Rahmetli Reşat Aker Bolu Gazetesine yazdığı bir makalesinde Abant anılarını şu şekilde anlatmaktadır; “ 1934 Temmuzun 17. günü Bolumuzu şereflendiren Büyük kurtarıcımız Atatürk Halkevini ziyaretinde bu resimleri görerek neresi olduğunu sordu. Bende Abant olduğunu söyledim. “Buraya gidelim” buyurdular. Yolun olmadığını ve otomobille gidilemeyeceğini izah edince Valimiz Ali Rıza Beye buraya güzel bir yol yapılmasını emrettiler. Bir sonbahar günü yol yapımına başlandı.”[1]

Büyük Atatürk gidemediği, sadece resimlerini görerek beğendiği Abant’ı ileri görüş ve dehasıyla dış dünyaya açmıştır artık.

17 Temmuz 1934 tarihi, Vilayet Umumi Meclisinin aldığı bir kararla “Bolu’nun Atatürk Bayramı” olarak ilan edilerek kutlanmaya başlanır. Bu bayrama ilaveten 1938 yılından sonrada 17 Temmuz tarihini takip eden ilk Pazar günü ise “Abant Bayramı” olarak ilan edilir.

1931 yılında Pertev Naili Boratav, hocası Ahmet Zeki Velidi Togan ile birlikte Abant ve yaylalarını ziyaret edip anılarını “Atsız” dergisinde yayınlar. Devamında ise 1945 yılında Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, 1965 yılında Behçet Kemal Çağlar gibi çok sayıda fikir ve edebiyat adamları, şiir ve yazılarıyla Abant’ın tanıtımını yaparlar.

1948 yılında Mısır Kralı Faruk ve prenses Faize, 1957 yılında Irak kralı Faysal ve majeste prens Abdullah, 1960’da da Ürdün kralı Hüseyin Abant’ta devletin misafiri olarak ağırlanırlar. Mudurnu’nun Abant’ını artık Ankara’da sahiplenmiştir.

17 Mayıs 1958 tarihinde çıkarılan bir kararname ile Abant’ın Mudurnu’dan alınarak Bolu’ya bağlandığını duyduğumda ne kadar da çok üzülmüştüm. Abant artık bizim değil miydi?  Gidemeyecek miydik?

Çocukluğumda böyle düşünürken, Mudurnu’daki o günün büyükleri ne düşündüler bilemiyorum ancak, ihmallerinin bulunduğu da aşikâr. Bir gerçek var ki, biz Mudurnulular elimize içeceklerimizi alıp Abant’a gitmek dışında hiçbir nimetinden istifade edemedik. Yılda bir milyon civarında ziyaretçisi olduğu söylenen Abant turistini 17 km yakınındaki tarihi kasabamıza çekmeyi beceremedik. Sadece bizim değil, bütün dünyada hızla kalkınmayı hedefleyen toplumların benimsediği ve üzerinde durduğu evrensel boyutlu bir sektör olan turizme hep yabancı kaldık.

Yaşadığımız ilçe Allahın bir lütfü olarak gölü, kaplıcaları, ormanı ve tarihi zenginlikleriyle adeta cennetten bir köşedir ve biz bunun farkında olamadık. Abant’taki Mudurnu yol ayırımına, Mudurnu’yu tanıtan bir tabelayı bile çok gördük. Tesadüfen gelen turiste ise arabalarını park edecek bir yer gösteremediğimiz gibi, üstelik bir de ceza kestik. Yakın çevremize bilinçsizce kümes yapma müsaadesi vererek havasını kirlettik.

Artık aklımızı başımıza almanın zamanı gelmiştir. Bu konuda idarecilerimize ve sivil toplum örgütlerine büyük iş düşüyor. Bu konuda Mudurnu’da bazı eksiklikler var ve biz bunları gidermek zorundayız. Mudurnu’da kültür ve tabiat varlıklarının korunması, turizmin daha da gelişmesi için ortak akılla bir yol haritasını ortaya koyarak bu yönde çalışmalarımızı sürdürmemiz gerekir.

Öncelikle Mudurnu tavukçuluktan gelen kokuyu yok edip, ilçemizin yakın çevresine kümes yapımını engellemeliyiz.

Abant bütün güzelliği ve cömertliği ile bizi bekliyor. Artık kaybettiklerimizi toplamanın ve Abant’a gelen turisti sahiplenmenin zamanı gelmiştir

Haydi yarenler hep beraber, genlerimizdeki ahi (Esnaf) geleneği ve becerisiyle bunu da yapabiliriz.

 

[1] Bolu’da Turizm Davası, Reşat Aker. Bolu Gazetesi 06 Aralık 1956

GÜRAY ÖNAL İSTANBUL

www.mudurnuhaber.com

Mudurnu ya bir Hediyelik dükkanı daha

Mudurnu ya bir Hediyelik dükkanı daha

 

Mudurnu ilçesinde Hediyelik ürün satışları ile ilgili bir yeni Dükkan daha açıldı.  Yıldırım Beyazıt Camii yanına açılan  Hediyelik Eşya dükkanında Zehra ve Gülsüm GÜREL  kendi el emeği göz nurlarını satışa sunuyorlar.

İlçeye gelen Turistlerin  el emeği ürünleri dikkati çektiğini ifade eden Zehra GÜREL yıllardır evimizde kendimiz zaten bu ürünleri üretiyorduk, boşta duran dükkanımızı tamir ettirip   bizde Mudurnu nun Turizmine katkı sağlamak amaçlı açtık dedi.

 

 

www.mudurnuhaber.com

 

ŞEHRİ BURJ EL BABAS HIZLA YÜKSELİYOR

ŞEHRİ BURJ EL BABAS HIZLA YÜKSELİYOR

Taşkesti Sarot Termal Projesi olan BURJ EL BABAS   Şehrinde 2500 adet Villa nın inşaatı hızla yükseliyor.

PROJEDE İLK 500 DAİRENİN 2014 YILINDA TESLİM EDİLECEĞİ KONUŞULUYOR

Mudurnu ilçemize ciddi  manada hareket kazandıracak olan  Mudurnu Musalla Mahallesi sınırlarında yer alan BURJ EL BABAS Projesinde  inşaatlar hızla yükseliyor.

www.mudurnuhaber.com

 

Mudurnu’da HACET Bayramları başlıyor

Mudurnu’da HACET Bayramları başlıyor

Mudurnu ilçemizdeki Köylerde her yıl Geleneksel Hale gelmiş Hacet Bayramları ( ŞÜKÜR) başlıyor.

18 Mayıs 2014 Pazar Günü Mudurnu İlçesi    Munduşlar Köyü Salmanlar  Mahallesinde Hacet Bayramı yapılacak. Sabah tan Mevlit  Öğleden sonra ise Pilav ikramı vardır.

 

25 MAYIS 2014 Pazar günü Mudurnu ilçesi  Vakıfaktaş Köyünde  sabahtan Mevlit öğleden Sonra Pilav İkramı vardır.

 

08 HAZİRAN  2014 Pazar günü Mudurnu ilçesi  Hacıhalimler Köyünde  sabahtan Mevlit öğleden Sonra Pilav İkramı ve Ödüllü Güreşler düzenlenmiştir.

 

15 HAZİRAN Çevreli Köyü ERENLER Bayramı  sabahtan Mevlit öğleden sonra Pilav ikramı vardır.

 

www.mudurnuhaber.com

Şeyh-Ül İmran Anma günü 22 Haziran da

Şeyh-Ül İmran Anma günü 22 Haziran da

Her yıl Geleneksel Olarak yapılan Mudurnu Şeyh-Ül İmran bayramı bu yılda yapılacak.

 

Her yıl temmuz Ayının ilk Pazar günü yapılan  Anma günü bu yıl Ramazan Ayının  denk gelmesi sebebi ile 22 Haziran 2014 Pazar günü yapılacak.

www.mudurnuhaber.com

MUDURNU’DA TURİZM HAYAL ÜRÜNÜ

VALİ YARDIMCISI AYHAN KARTLI ; MUDURNU’DA TURİZM HAYAL ÜRÜNÜ

Bolu vali yardımcısı Ayhan KARTLI ABANT- MUDURNU Çalıştayı esnasında soruları cevaplama sırasında gelen bir soru üzerine şöyle bir Cevap verdi.

Mudurnu’da İmara açık bölgelerde Belediyenin o bölgeyi koruma çabası var, hatta başkanla nasıl ekstra tedbirler alabiliriz diye toplantı yapmıştık. Canımızın istediği yerde yasaklama şansımız yok, Bolu Merkezi için hem Bolu Belediyesi ve Bolu il Özel İdaresi ortaklaşa olarak ayrı ayrı aynı yönde karar almışlardı ve bu sayede bu bölgede bir alan oluşmuş ve Kümes yapımına kapatılmıştı.

ayhankartli-mudurnu

VALİ YARDIMCISININ  “BİR HAYAL UĞRUNA OLMAMIŞ BİR TURİZM ”  SÖZÜ SALONDAKİ MUDURNULULARI ŞAŞIRTTI.

Mudurnu Bölgesi Çiftçilik ve Hayvancılığın olduğu bir bölge, bu sefer “ BİR HAYAL UĞRUNA OLMAMIŞ BİR TURİZM ” adına Çiftçinin arazisine Kümes yapmasına veya yapı yapmasına engellemek veya yasaklamak sorumluluktur, insanlar parasını bulmuş, kaynağını bulmuş doğru yerlere yönlendirmek şekliyle olabiliyor dedi. Bu konuda bir yetki yok, dedi. Bu sözler üzerine salonda Çalıştay için Mudurnu ilçesinden gelen vatandaşlar  birbirlerine bakınarak, biz buraya niçin geldik? konumuz Turizm, Vali bey  Hayal kuruyorsunuz dedi diye şaşkına döndüler.

NEDEN MUDURNU’DA İMAR ALANLARININ DİPLERİNE KADAR RUHSAT VERİLİYOR?
Çalıştayda Mudurnulu Bülent AĞRI Bolu ve çevresinde Kümes yapımları yasaklanmış iken neden Mudurnu’da İmar alanlarının diplerine kadar halen neden ruhsat veriliyor dedi.

AYDIN ÖZPELİT 

İHLAS HABER AJANSI MUDURNU
www.mudurnuhaber.com

Mudurnu Turizmi ABANT ta Masaya yatırıldı

Mudurnu Turizmi ABANT ta Masaya yatırıldı

Bolu nun Tarihi Evleri ile son yılların gözdesi haline geldiği MUDURNU ilçesi , ilçede Turizmi canlandırmak için çeşitli çalışmalar yapıyor.

Mudurnu Kültürel Mirası Koruma Alanı yönetim Planı  Vizyon ve Strateji Belirleme  Çalıştayı  Mudurnu ABANT ta  Büyük Abant oteli  Yedigöller toplantı salonunda yapılıyor.

Gün boyu devametmesi planlanan Çalıştay da Mudurnu konuşulacak. Abant ta yapılan Çalıştayda konuşan Mudurnu Kaymakamı Kerem Süleyman YÜKSEL   üzülerek söylüyorum, bizler Mudurnu ilçemizin yeterince farkına varamamışız buna bağlı olarakta tanıtamamışız, bu proje ile geç kalmışlığı ortadan kaldırmak ve Mudurnu nun Kültürünü zengin mirasını  tanıtmak ilk hedefimiz olacak dedi.

Protokol konuşmalarında Bolu Valisi  şehirleri Şehir yapan oranın ne Nufusu nede binalarının sayısıdır, şehirleri Şehir yapan Kültürleri,Mimarisi gelenek ve göreneklerinin yaşanması ile şehir olur, işte bunlardan bir örenk te Mudurnu ilçemizdir dedi.

 

AYDIN ÖZPELİT  & ÖZGÜR KOCABAY MUDURNU HABER ABANT

www.mudurnuhaber.com