Cittaslow (Yavaş Şehir )mu Şantiye turizmimi…

Cittaslow (Yavaş Şehir )mu Şantiye turizmimi…

 

Anadolu da eskiden adettir köy odasına yada kahvehaneye yeni gelen biri selam verip oturur. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra daha önceden mekanda oturanlar yeni gelene sırayla merhaba derler sonra hal hatır sormayla sohbet başlamış olur.

Yaklaşık iki senedir yazmıyorumyaz dönemifidan bağ bahçe arıcılık,inşaat,köyümüzün”Yeniceşıhlar köyü” başına bela edilen taş ocağı mücadelesi nedeniyle uzun süre yazılarıma ara vermek zorunda kaldım.Yazıyazmadığım dönemde çok merhabalaştık ama hal hatır sorma faslında arkadaş neden yazı yazmıyorsun filan diye bir talep gelmesede J) kendime görev verip bundan sonra birazda Aydın kardeşimin dürtmesiyle dedim.

Merhaba ile selamladıktan sonra  zor günler yaşadığımız şu günlerde aynı zamanda çeşitli provakasyonlarla kaşı karşıyayız..bunlardan biride geçtiğimiz hafta Taşkesti beldemizde yaşandı…daha kötü olaylara tanıklık etmemek  için burada lafı fazla uzatmadan geçtiğimiz yıllarda oğlu şehit olan Taşkestili hemşerimiz Ahmet Temel’inHabertürk gazetesi ile  yapmışroportajı konuyu merak edenler için önereceğim olayın aslını aşağıdaki linkten  öğrenebilirler…

http://www.medya14.net/gundem/taskestili-sehit-babasi-konustu-olaylar-provokasyon-h1114.html

Sevgi abla Şevket abi,Yahya amca…

 

Geçtiğimiz ay konağımızın bahçesinde eşimle kahvaltı yaparken bahçe kapısından doğru iki konuğumuz yanımıza geldi. Hoşgeldiniz diyerek soframıza davet ettik.

Mudurnu’da konakladıklarını yerde kahvaltı yaptıklarını mümkünse birer kahve içebileceklerini söylediler kahvelerle birlikte sohbet başladı ….Mudurnu’ya daha önce gelmemişler gelmişken kasabanın alt başından üst başına görelim, gezelim deyip dalmışlar sokaklara “esas hikayenin ana yollarda değil ara yollarda olduğunu”bilerek.

Bir kahve içim sohbetten sonra öğlen yemeğinde buluşmak üzere ayrıldılar. Bir iki saat kasaba içinde gezip esnafın güler yüzlü davrandığından çay kahve ikramından hele  “Duzcu” Mehmet amcanın ilgisine şaşırdıklarını sohbet devam ederken Şevket abi daha önceki bir gezilerinde Taraklı nın Karagöl yaylasına pikniğe gittiklerinde aynı duyguyu hissettiklerini kendilerini gören Yahya amcanınbir tas yoğurla gelip yavrum evde gelinler yok başka yemek yaptıramadım deyişini unutamadıklarını Anadolu da böyle insanların varlığının ülkemizdeki geleneklerin güvencesi olduğunu söylediler.

 

Sevgi ablanın çeyizlikleri

Öğlen yemeğimizi beraber yedikten sonra bir ay sonra buradayız deyip ayrıldılar.Bir ay sonra arabaları konağın önündeydi…Şevket abi arabasının bagajını açıp bunları size getirdik dedi..Sevgi abla önceki gezisinde evi ve tarihi eşyaları görmüş onları yaşatıp değer verdiğimizi gördüğü için kendi çeyizliklerini yaşatalım diye bize getirmişti…tarihini,kültürünü  çok sevdiğini söyleyenlerin TOKİ tabutluklarına taşındığı zaman ailesinden kalan objeleri hudacılara sattığı bir zamanda bu duyguları yaşatmak dünyanın bir ucunda hiçbir çıkar menfeat ilişkisi olmayan insanlara Taraklı’nın Karagöl yaylasındaki Yahya amca,Maşukiyeli  Şevket abi Sevgi abla yaşamımıza anlam katan güzelliklerdir.

 

 

Mahkemeye taşınan Kent Konseyi seçimi…

 

Mudurnu da yapılan Kent Konseyi yürütme kurulu ve Başkanlık Seçimine dair gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

Yapılan bu seçimler Mudurnu nun makûs talihinin bana göre olumsuz yönde devam edeceğinden yana.

Mudurnu nun köklü ve acil çözüm üretilmesi gereken birçok işi varken siyasetle kavgalı olan yerel yönetim sivil toplumla da kavga etme dargın olma diyalog kurmama yolunu seçmiştir. Eleştiri ve çözüm önerilerine kapalı olduğunu ve tahammül edemediğini göstermiştir.

Özel Not.Yukarıda bahsettiğim ayrışma ve dargınlık kişisel çıkar ve menfaatlere gelince ittifakla haraket edilebilmektedirler.

Burada Kent Konseylerinin kitabi bilgisine girmeden kısaca ana amacını yazayım..Kent Konseyleri Kamu ve yerel yönetimle birlikte STK”Sivil Toplum Kuruluşları”ortak paydada buluşturarak kentin güncel taleplerini ve gelecek vizyonuna katkıda bulunmak olarak ifade edebiliriz. Kent Konseyi başkanlığı yaptığım beş yıl boyunca bunu yapmaya çalıştım.

Mudurnu da yapılan yanlışlardan biri hangi siyasi görüşten olursa olsun insanların seçim zamanlarında piyasaya çıkıp seçimler bittikten sonra sivil toplumda dahil herkesin kendi yuvasına çekilmesi yada birbiri ile açık diyalog kurmadan dedikodu ile vakit geçirmesi en büyük noksanlığımız. Kamu, yerel yönetim ve güçlü bir sivil toplum ittifakıyla birçok sorunumuzu kısa sürede aşabiliriz.İttifakla fikir birliğiyle haraket edemeyince ileride telafisi zor olacak yanlışlar yapıyoruz….

Cittaslow(Yavaş Şehir )mu Şantiye turizmimi…

Yıllardır ne yapacağımıza ne yapmamız gerektiğine bir türlü karar veremedik..turizm yapacağız dedik trafiğimizi dahi düzenleyemedik..Ahilik merkeziyiz dedik duasından başka elimizde bir şey kalmadı..Genel alanlardaki tuvaletlerimizin hali içler acısı..geneli sit alanı olan tepelere dokuya uymayan vericiler koyduk (insan sağlığına zararı konusunda bilimsel tespitler olduğu halde)kimseden ses yok….sessiz sakin şehir olalım derken ilçemizin içi ağır tonajlı şantiye kamyonlardan geçilmiyor bırakın araçları nerdeyse yürümek imkansız oluyor.Ağır tonajlı araçlar nedeniyle su şebekesinde neredeyse her gün arızalar olup su kesintileri olmakta…

UNESCO Dünya mirası geçici listesine alındık ama ilçemize en yakın turizm potansiyeli olan İpek yolu üzerindekiYeniceşıhlar köyünün dokusunu bozacak taş ocağına seyirici kalırız…. çok inançlıyız,çokvatanseveriz,kültürümüze çok bağlıyız,tarihimizi,çokseveriz,memleketin çakıl taşını kimseye vermeyiz,atalarımızın canıyla kanıyla koruduğu bu toprakları,ormanlarıdini,imanı paradan başka hiçbir şey görmeyen şirketlere peşkeş çekilmesine göz yumarız..bilmezden,duymazdan,görmezdengeliriz..ormanımızıtoprağımızı,deremizi satar hes yaparız, samanı ithal eder ninemizin dedemizin domates tohumunu israil’den alırız ama vatanımızı çok severiz !!!

Mehmet Cantürk

 

www.mudurnuhaber.com

Cantürk,ün Ankara konuşması

Sevgili okurlar,

 

Bolu Kalkınma ve Tanıtma Vakfı Ankara Şubesi organizasyonu ile 20 Kasım 2013 tarihinde Mudurnu tanıtım toplantısı yapıldı. Kent Konseyi Başkanı olarak bende toplantıya davet edildim. Toplantıda yaptığım konuşma metni aşağıdadır.

a)     Yazıda ifadesini bulan eleştiriler, düşünceler sadece bu döneme ait değildir.

b)     Buraya yazmasam olmaz özellikle bu dönem kamu ve yerel yönetim başında olan yetkililer kaymakamız Sn. Kerem Süleyman Yüksel ve Belediye Başkanımız Mehmet İnegöl ayrı ayırı tebrik etmişlerdir.

    b-1)Amacımız kimseyi kırmak, dökmek değil ilçemizde şimdiye kadar yapılan yanlışları dile getirmektir. Eleştiri olmasa kurumlar ve kişiler her şeyi doğru yaptığını düşünür.

   b-2)Bu güne kadar mevcut durumu korunsaydı arayış, eleştiri, icatlar olmasaydı bu gün işimize eşekle, haberleşmeyi de dumanla yapıyor olurduk.

   c)Bir insanın hayatını anlatmak sayfalara sığmazken,Mudurnu gibi bir deryayı birkaç sayfaya sığdırmak imkansız..

   d)Konuşmamda zaman sorunu nedeniyle söyleyemediklerim, Kurumlar kalıcı, yöneticiler değişkendir, kurumlarımızda tabiî ki bir kurumsallık var ama her yönetici değiştiğinde her proje yöneticinin iradesine bağlı başlıyor ya da bitiyor. Kurumlarımızın çok köklü geçmişi var peki 1923 ten önceki kökümüz bilgileri nerede 1307–1324 Bursa yönetimi 1324–1811 Bolu ya bağlı Voyvodalık 1811–1865 Bolu ya bağlı Ayanlık 1865–1923 Bolu mutasarrıflığı dönemi kayıtlarını araştırıp kayıt altına almak için hiçbir dönemde tarihimizi güncelleyerek kayıt altına alma çalışması yapılmadı. Türbelerimizle ilgili elimizde gerçeğe yakın ne kadar bilgi var. Üniversitelerimize ciddi anlamda böyle bir talepte bulunulmadı. Mudurnu da bu araştırmaları yapabilecek çok değerli insanlar varken hiç birine destekleyici olunmadı. Mudurnu da 1970 li yıllarda çekilen siyah beyaz filmlerden bu güne kadar Tv.ler için çekilen belgesel,tanıtım programı basılan kitapçık, broşür,vb. hiç birinden kurumlarımızda demirbaş kaydı,düzenli bir arşiv yoktur.1920’li yıllardan itibaren Ahmet İzzet Bengiboz  büyüğümüzün bize miras bıraktığı  Mudurnu  mirası olan 1500 ad. Cam film tabletleri kimler ne yaptı. Pertev Naili Boratav hocamızın Mudurnu da 1927 lerde başlayan derlemeleri arşivleyip 1960 li yıllarda Paris ten gönderdiği Mudurnu belleği olan makara filmler nerede? Bunları koruyamayanları bu güne kadar böyle çalışma yapmayanları uyarmasak hesap sormazsak bundan sonra yok olup gideceklere seyirci kalırız.

e)Yukarıda sıralamaya çalıştığım konularla ilgili elinde yetki ve etki olan kurumlar bir an önce çalışmaya başlamalıdır. Şu an elimizde olan belge bilgi ve varsa kamuda, yerel yönetimde kayıt altına alınmalı, zimmetlenmeli, kurum idarecileri değişken olduğu için mutlaka sivil toplumda bir kopyası bulunmalı ve sivil toplumun bir güç olması desteklenmelidir.

e-1)Sivil gönüllüler kendi imkanlarıyla sözlü kültürü kayıt altına almaya belge,bilgi,obje toplamaya çalışıyor, destek verilmezse Mudurnu’nun merkez ve  73 köyü var..hangi birine ulaşabiliriz.Merkez ve köyler tek tek taranmalı obje,sözlü kültür kayıt altına alınmalıdır.

f)Hepimizin atası dedesi bir büyük bedeller ödediği için bu günleri yaşıyoruz. Büyük dedem 37 yaşında Sarıkamış ta soğukta donarak öldüğü için dedem on yaşına kadar giyecek don bulmadı ama vefatına kadar “şu memleket bi kurtulsun derdi” Bu gün kurumlarda kravatı takıp bir masa başına oturan idarecisinden çalışanına bunları unutmadan çalışması lazım.

g)Konuşma sonunda katılımcılardan kutlayanlara, telefonla tebriklerini bildirenlere Mudurnu ya dair elimizdeki bilgi ve belgeleri paylaşmaya hazırız diyenlere teşekkür ediyorum.

“Konuşma metni”

Saygıdeğer katılımcılar,

 

Konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum..

 

Benden önceki konuşmacılar Mudurnu’nun tarihi, kültürü ve doğası hakkında düşüncelerini aktardılar.

 

Ben de tarihten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Anadolu’nun kültür mirasını, ortak hafızasını, günümüze taşıyan ve gelecek kuşaklara bu hafızayı taşıyacak olan Mudurnu’muzun turizm potansiyelini, eksileri ve artıları ile değerlendirerek katkıda bulunmak istiyorum.

 

Değerli katılımcılar,

Tarihte saray sofralarını süsleyen Mudurnu tavuğu 1960’ lı yıllardan 2000’li yıllara kadar entegre tesis haline gelip adını dünyaya duyurmuştur.

Yöre halkının ekonomik girdisini büyük oranda tavukçuluk sektörü karşıladığından bu tarihlerde dünyada ve ülkemizin belli bölgelerinde planlanmaya başlayan altenatif tatil ihtiyacının farkına varamadık. Tavukçuluk sektörünün 2000’ li yıllarda ekonomik krize girmesiyle biraz da zorunluluktan arayışlarımız başladı.

 

Mudurnu yüzlerce yıllık  doğal miraslarımız olan % 66 sı ormanlarımız, göllerimiz, yaban hayatımız, flora ve fauna çeşitliliğimiz, yaylalarımız, termal kaynaklarımız, taşınmaz kültür varlıklarımız, somut olan ve olmayan kültürümüz, ahilik, birikme, orta oyunları, köy seyirlik oyunları, el sanatlarımız, manilerimiz, türkülerimiz, oyamız, nakışımız, bayramlarımız, düğünlerimiz, efsanelerimiz, yemeklerimiz, Bizans’tan devraldığımız kalemiz, arkeolojik eserlerimiz, Sosyal hayat ifadesi olan saat kulemiz, anıt ağaçlarımız.. Anadolu’nun hiçbir yerinde olmayan Osmanlı erken dönem mimarisine ait üç kültüre ait en yenisi 150–200 yıllık ahşap ve taş evlerimizle günümüzde ihtiyaç duyulan doğa yürüyüşünden, bisiklet parkurlarına, hava sporlarına, inanç turizmi de dâhil her türlü talebe cevap verebilecek potansiyele sahibiz.

Kısaca sıralamaya çalıştığım bu zenginliklere sahipken maalesef yeterli mesafeyi kat edemedik. Termal kaynaklarımızı zamanında aktif hale getiremedik. Ulaşımda yollarımız yeterli seviyeye getirilemedi. Alt yapıda trafikten, kablo, tabela kirliliği ve daha birçok örnek gösterebiliriz.1995 li yıllarda tümü sit alanı ilan edilmiş kasabamızda tarihi binalarımızı bakımsızlıktan, yıkılmaktan, ek müştemilatlardan teneke çatılardan, yıkık bacalardan kurtaramadık.

Radikal kararlar alıp geleceği iyi planlayamadık. Yeri geldi tarihi dokunun ortasına camdan bina yaptık yeri geldi hatır için üzeri brandalı garajlara izin verdik. Yirmi yıl önce sit alanı ilan edilen Mudurnu da belediye bünyesinde işinin ehli bir mimar istihdam edemedik. Zar zor restorasyonuna yardım aldığımız konutların doğal özellikleri koruyarak tamir edemedik. Rant kapısı olmaktan kurtaramadık. Tarihi korumayı becerebilen ülkeler ağaçtaki çürüyen budağı onarmaya çalışırken biz atalarımızın yaptığı o güzel camları, kapıları söküp, plastikle ve estetikten uzak şekli ile sözde yeniledik. O objelerin yaşanmışlığına saygı duymadan yaktık, kırdık…

Dünyada ve ülkemizde yapılaşma ve binalar orada yaşayan toplumun hafızası ve belleğidir. Maalesef bu bellek günden güne kaybolurken hükümet ve il yöneticilerinden yeterli desteği alamadık. Örneğin bu güne kadar il bünyesinde tarihi binaları korumak ve onarmak için alınan emlak katkı paylarından yararlandırılmadık. Kamu yönetiminde son sekiz yılda neredeyse on yönetici değişti. Bu durumda eğitimden sağlığa geleceği planlayamamız  da önemli etken oldu. Bu güne kadar geçmişte ekonomimizin can damarını oluşturun el sanatlarımız günden güne yok olmakta ve unutulmaktadır. Bunların hiç birine patent alamadık. Bu ürünlerin örneğini bize yaptıran birçok yer, el sanatlarımızı takı tasarım haline getirerek ve güncelleyerek marka tescili yaptırdılar.

Bize mal olmuş el sanatlarımızı sosyal fonlarla, projelerle destekleyerek yeniden gelecek kuşaklarla buluşturmamız gerekmektedir.

Mudurnu’nun coğrafi sınırlarında bulunan dünya markası doğa harikası Abant Mudurnu’ ya 16 km mesafededir. Bu durumu Mudurnu’ yu tanıtmak için kullanmadığımız gibi, ilimiz yerel yönetimleri tarafından Ali Cengiz oyunlarıyla elimizden alınmaya çalışılmaktadır.

Anadolu’da ”delikli taş yerde kalmaz” diye bir tabir vardır. Biz malımıza sahip çıkamazsak sahip çıkan birileri bulunur. Türkiye’de ender şifalı sulardan biri olan Babas suyuna 25 yıldır çözüm bulamazken kimseye kızmaya hakkımız yok diye düşünüyorum. Bu ve benzeri hatalarımızla geçmişten günümüze yüzleşmemiz sen, ben kavgası yapmadan yeni hedefleri planlamalıyız.

 

Saygıdeğer konuklar,

Değerlerimizi sıraladıktan sonra, bazı olumsuzlukları da aktarmaya çalıştım. Bu güne kadar yaptığımız hatalar, yanlışlar düzeltilemez değildir. Önce kendimize sonra birbirimize güvenirsek her sorunun altından kalkabiliriz. Bin yıllık tarihi ipek ve baharat yolunun kültürel birikimi, ahilik ve imece kültürü, Anadolu’da eskiden var olan ve sosyal yaşamı düzenleyen “ayıp olur ” kültürünü, iletişim çağının imkânlarıyla harmanlayabilirsek başarabiliriz.

 

Değerli konuklar,

Konuşmada ki amacım sadece sızlanmak şikâyet etmek değildir. Bu güne kadar yaptığımız hatalardan ders almazsak, Birinci dünya savaşında, kurtuluş savaşında dedelerimizi cepheye gönderen tarihi askerlik şubesinin yok oluşuna, babalarımızın okuduğu Cumhuriyet İlkokulunun yok oluşuna seyirci kaldığımız gibi bundan sonra da yok olacaklara sesimizi çıkaramayız. Bu nadide eserler sapasağlamken neden yıkıldı gitti?

 

Değerli katılımcılar,

 

Çağımız iletişim, ortak akıl ve bilgi çağı. Kamu yönetimi bürokrasiden ve sık değişkenlikten kurtulmalı, yerel yönetim Tokiye muhasebecilik yapmaktan daha çok tarihi eserlerin kurtarılması ile ilgilenmeli, siyaset benim adamım senin adamın kirliliğinden kurtulup,  sivil toplum da güç olabilirse geleceğimizi iyi planlar,  gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluruz.

 

Bizim birlikte yapamadığımızı özel girişimciler yatırımlarla yaptı, yapmaya çalışıyor,  peki yönetimler ve bizler ne yaptık?  Bu yatırımlarla ilçemizde oluşacak nüfus yoğunluğuna, ulaşımda, sağlıkta, eğitimde, endüstriyel kirliliğin çevresel faktörleri konusunda, ilimiz sınırlarında yapılacak termik santrallerin etkileri konusunda, coğrafi sınırlarımızdan geçecek olan hızlı tren projesi ve istasyon hattı konusunda yeterli kamuoyu yaratabildik mi?

 

Şu an halkın en temel ihtiyacı olan sağlık ocağı ile on kişiye hizmet vermekte zorlanırken,  oluşacak nüfus yoğunluğuna karşı ödeneği çıkmış hastaneyi yaptırmayanların utançları ve veballerini hatırlatmak isterim.

 

Saygıdeğer katılımcılar,

Ana metropollerde yaşanan endüstriyel yaşam biçimi insanlarımızı; demir, beton, cam plaza binalarda artı bir konutlarla Avm. Kültürü ile bireyselleştirip, bencilleştirmekte,  insanı insan yapan değerleri unutturarak birbirine güvensiz stres dolu bir hayata mahkûm etmektedir.

İnsan sadece tüketerek değil özüne dönerek mutlu olur. Bazı olumsuzlukları dile getirsek de bu öz bizde korunmaktadır.

Mudurnu’da

Çocuklarımızın güvenle oynayabildiği sokaklar, samimiyetle birbirine selam veren insanlar, bahçesinden meyve alabileceğiniz ağaçlar, kapısı kilitlenmemiş evler, sokaklarda su içebileceğiniz çeşmeler, bayramlaşmayı facebook’la,twitir ve sms yerine  ziyaretlerle hal hatır sorarak yapanlar vardır.

İnsan genetiğini bozan hormonlu gıdalar yerine yerel tohumları ve temel gıda maddelerini bulabileceğiniz yerel pazarlar vardır.

 

Saygıdeğer katılımcılar,

Mudurnu biz istesek de istemesek de tarihi, kültürü, doğası, termal kaynakları ile cazibe merkezi olacak. Bugün ve ileride oluşacak talebe göre hareket edip halkı bilinçlendirmeli, çevre duyarlılığı artırılmalı, endüstriyel kirlilik minimuma indirilmelidir.

Taşınmaz kültür varlıkları için devlet daha fazla bütçe ayırmalı, sahipsiz bırakılan evler için miras hukuku düzenlenip yeni yaptırımlar getirilmeli. Somut olan ve olmayan sözlü kültür miraslarımız kayıt altına alınmalıdır.

Son olarak iş yaşamı nedeniyle Mudurnu’ dan ayrılmış olan hemşerilerime seslenmek istiyorum : Biz hemşerilerimizi sadece , cenazelerde, bayramlarda değil  her zaman aramızda görmek istiyoruz.  Yatırım için toki tabutluklarına duydukları ilgiyi yıkılmakta olan dedelerinin, ninelerinin evlerine de duymalarını isterim.

 

Saygıdeğer katılımcılar,

Başta kentler ve binalar o toplumun belleği ve hafıza kartıdır demiştim… Gelin hep beraber bu belleğin kaybolmasına izin vermeyelim ve bu hafızayı gelecek kuşaklara taşımanın onurunu yaşayalım.

Bu gün kullandığımız sinema, televizyon, bilgisayar, internet hepsi yazılı kültür altyapısına sahip insanlığın icatları… Dipte, kökte, mayada olanları çocuklarımızla buluşturmazsak kültürünü geleceğe aktaranların kölesi oluruz.

Saygılarımla..

20.11.2013

Mehmet CANTÜRK MUDURNU

www.mudurnuhaber.com

 

Şehremini….

Şehremini….

Önümüzdeki yıl yapılacak yerel yönetimler seçiminde Belediye başkan adayları ve il

genel meclisi adaylıkları konusunda kasabamızla ilgili düşüncelerimi yazmayı planlarken

geçmişte kim neler yazmış diye araştırma yaparken geçen dönem Çiğli Belediye başkanlığına

aday adayı olmuş Sn.Ali Talak Belediye başkanı nasıl olmalıdır diye görüşlerini kısaca

özetlemiş… Ülkemizde söylemlerle eylemler genelde birbirini tutmasada tarihe not düşmek

adına yazıyı okuyucularla paylaşmak istedim.

“Belediye başkanlığı görevini yürütecek kişinin pek çok özelliklere sahip olması gerekiyor”.

“Çağdaş toplumların en önemli nitelikleri kentleşmeyle doğru orantılıdır. İyi bir kentleşme, iyi bir

yönetimden geçer. Bu da kısaca belediye başkanı ve ekibi demektir. Belediye başkanı bir kentin bel kemiğidir.

Hizmet ettiği kentin ve yaşayan halkın geleceği, ortaya koyacağı vizyon ile belirlenecektir.

Belediye başkanlığı görevini yürütecek kişinin pek çok özelliklere sahip olması gerekiyor. Bu nedenledir

ki; belediye başkanının vizyonu ve bunu gerçekleştirmek için gerekli prensip ve kuralları olmalıdır. Hizmetine

talip olduğu kentin, sosyal ve kültürel özelliklerini çok iyi bilmeli, takip edilen amaçlar hiçbir zaman kişisel

olmamalıdır. Belediye başkanı seçilmek için vaat ettiği tüm talepleri, seçildikten sonra, koltuğa oturduğunda

da unutmamalı, yerine getirmelidir. Makamının kapısı vatandaşa her zaman açık olmalı, ulaşılamayan değil,

vatandaşla iç içe olan biri olmalıdır.

 

Kentin ve yaşayanların sorunlarını yerinde dinleyen ve zamanında

çözüm getiren biri olmalı, temsil ettiği kentteki insanlarla birlikte yaşadığını unutmamalı, onların dertlerini

ve sevinçlerini paylaşarak hissetmeli ve onlardan biri olmalıdır. Halkın çıkarları her zaman ilk hedefi olmalı,

çalışmalarını en üst düzeyde yılmadan yapmalıdır. Adil, halktan yana, şeffaf ve güvenilir olmalı, verdiği

sözleri tutmalı, kararlı ve dürüst olmalı, ekip çalışmasına yatkın, önerilere ve fikirlere açık olmalı, teknolojiyi,

dünyadaki gelişmeleri, kentleşme ile ilgili yenilikleri yakından takip etmeli, kendini sürekli yenilemelidir.

Yeniliklerde ve hizmetlerde öncü olmalı, olayları objektif değerlendirerek, doğru analiz etmeli ve analitik bir

zekâya sahip olmalıdır. Mücadeleci bir ruha sahip olmalı ve hiçbir zorluktan yılmamalı, hızlı düşünme, karar

verme ve karar alma yeteneğine sahip olmalıdır. Devrimci, modern, aydın, ileri görüşlü olmalı, sivil toplum

örgütlerinin önemini benimsemeli ve çalışmalarına destek vermelidir. Kibar, anlayışlı ve uzlaşmacı bir tavır

sergilemeli, cesur olup, kararlarının arkasında durmalıdır.

 

Partiler üstü hizmet vermeli, din, dil, ırk ayrımı gözetmemelidir. Onurlu ve gururlu olmalı, tek başına değil, vatandaşıyla birlikte hareket etmelidir.”

Ülkemizde olduğu gibi kasabamız açısından da çok önem taşıyan yerel seçimlerde

aday adayı olan arkadaşlarda adaylarda yukarıda belirtilen niteliklere sahip olmalı, eğilip,

bükülmeyen, duruma göre renk değiştirmeyen, her havaya oynamayan, günü kurtarmak

yerine geleceği planlayan olmalı… Her aday seçilsin yâda seçilmesin. Küsmemeli, rakiplerini

düşman değil paydaş olarak görmeli. Her zaman olduğu gibi bu günlerde ortak iş yapmaya

ihtiyacımız bu günden planlanması gereken çok işimiz var. Mudurnu’nun çevresel faktörleri,

Trafik planlaması, Alternatif yol, Korumaya alınmış ilçemizin teneke cumhuriyeti olmaktan,

ekten. Kökten kurtarılması… Yok, olan el sanatlarının sosyal projelerle yeninden var edilmesi,

yok olmaya başlayan somut olan ve olmayan kültürel mirasımızın bir an evvel kayıt altına

alınması. Termal turizm faktörlerinin ileriye yönelik planlanması… Yeraltında ve yer üstünde

bulunan kültürel miraslarımızın kaleden başlayarak ortaya çıkarmak..eğitimden sağlığa

yapacak yazmakla bitmeyecek çok işimiz var.

 

Bunlar ve benzer projeleri olanları geleceği iyi planlayabilenleri tarih şu dönemde

belediye başkanı diye duvarda asılı çerçeveden çıkarıp halkının gönlüne ve vicdanına yazar.

 

“Gündem”

Türkiye gündem değilken birden ortaya çıkarılan “meşgul” eden konulardan birini

T.B.M.M genel kurula Ak partili dört kadın milletvekilinin oturuma katılması ve meclisteki

diğer partilerin muhalif olanlar olsada genelde kabul görmesi ile atlattık.

Bu güne kadar meclise katilin, hırsızın, dolandırıcının, hortumcunun girmesiyle

yıkılmayan Cumhuriyetin başları örtülü vekiller nedeniyle “yıkılamayacağı”da tescillenmiş

oldu.Yıllar önce bir tv.programında izlemiştim..başının zorla açtırıldığından şikayetçi olan

kadın öğrenci “sizin açınızdan”benin başımın kapalı yada açıkmı,yoksa içinin boş mu dolumu

olduğu önemli diyordu.

 

İki yüz yıllık kurumsal geçmişi olan ABD, Hintlisi, Yeni Zelandalısı, Çinlisi, İngilizi,

kısaca kozmopolit ahalisiyle “ülke” bütünlüğü ve bağlılığını yaratan sistemini kurabilirken

Altı yüzyıllık Osmanlı imparatorluğunda ve doksan yıllık Cumhuriyet kendi yurttaşını

yaratamadı…. insanlarını başının açık ya da kapalı olması değil… Düzgün, adil bir yöntemle

din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet farkı gözetmeden herkese eşit vatandaşlık temelinde bakabilen

bir rejim yaratırsanız kısa donluda, cübbelide, kapalıda, açık da o sisteme saygı duyar yaşatır

ve sahiplenir…..

 

Bu güne kadar mağdur olduğundan şikâyetçi olanların inanç ve itikatlarına saygı

duyarak… inaç ve itikatları kadar da vicdan ve duygudaşlık yapmalarını temenni ederim.

Mevlanın bir sözüyle konuyu kapatalım.

Ahlak örtüsü olmayanı, Başörtüsü dindar yapmaz.

Mehmet Cantürk

02 Kasım 2013

www.mudurnuhaber.com

 

Dalları değil ağaçları dibinden kesip kurtulalım…!

Dalları değil ağaçları dibinden kesip kurtulalım…!

Mudurnu da Sedaş ağaçları budadı

 

   Sevgili okurlar bu yaz dönemindeki inşaat işlerim nedeniyle uzun zamandır yazı

yazamıyorum.Yukarıda yazdığım haber portalımızın linkini görünce halimize ağlasam mı,gülsemi bilemedim.Dağ başında olsa kesilemeyecek tarihi ağaçların dallarını kesilen haberde adı Çınar altı çay bahçesi olan tarihi alandaki ağaçlar SEDAŞ görevlileri tarafından kesilmiş.

 

Kesilmesini hoş gören vatandaşlarda..kesilmesine onay verenlerde yanlış yapmış.”Orada dallar tellere değmiyor” “teller dallara zarar veriyor” bu ne biçim anlayış kabul etmek mümkün değil..geçen yıllarda’da Musalla mahallesindeki tarihi anıt Çınar ağacının dalları kim nasıl izin verdiyse budanmış ve muhatap bulunmamıştı .Bu konuyla ilgili firma uyarılmış ve iki gün sonra Çınar ağacının yanından geçip ağaca zarar veren kablolar ağaca zarar veremeyecek “fiber optik” kablo yapılmıştı.

 

Bu anlayışın acilen değişmesi lazım.Çözümü dallara değen tellerin adı yanlış

değilse “fiberobtik kablo” ile değiştirilmesi lazım..kurumun maliyeti artmasın diye

yada özel kurum daha fazla kar etsin diye ..yüz yıllarca zamanda yetişen hiç bir ağaç

kesilemez,kesilemez ? Medeni ülkelerdeki uygulamalarda ağaçların çürüyen budaklarını tamir edilirken, bizde sağlığında dedemizin, ninemizin

gölgesinde dinlendiği onların anısını, yüz yılın anılarını yaşanmışlığını günümüze taşıyan

ağaçları budayarak mı tarihimizi koruyacağız? Tarihi ağaçların kesilmesine onay verenler,

kestirenler, ağaçların kabloların yeraltına alınmasını dallara zarar vermeyecek şekle

getirilmesini planlayamazlarmı. Tarihi sit alanı ilan edilen, tarihi kentler birliği üyesi olan

Mudurnu’muza yakışan bumu olmalı.

 

Bundan sonra güzel kasabamızı güzelleştiren ağaçların taşıdığı anıları gelecek

kuşaklara aktarmak için kesme, kestirme ayıbından, bilgisizliğinden Mudurnu’yu kurtaralım.

Bu tür olayların tekrar olması halinde yetkililer olaya müdahil olmasa izin verenler,

kestirenler hakkında kanuni yollara başvuracağımı kamuoyunun bilmesini isterim.

Yapılan bu olayı tüm Mudurnululara saygısızlık olarak kabul ediyor. Konunun

muhtaplarından açıklama ve bu tür olayların tekrar yaşanmaması için tüm vatandaşların

duyarlı olmasını, sivil toplumun, siyasilerin, yetkililerin”uyanması”yaşadığı yere ortak

değerlerimize sahip çıkma kültürünün gelişmesi dileğiyle…..

Mehmet Cantürk

Mudurnu Kent Konseyi Başkanı

20.09.2013

www.mudurnuhaber.com

Reşatı kurtaracak bizim sevgimizdir…..

Reşat’ı kurtaracak bizim sevgimizdir…..

Bundan önce yazdığım köşe yazılarında kaybettiğimiz somut olan ve olmayan kültürel mirasları, el sanatlarımızı hızla kaybeden bir kasaba olduğumuzdan sıkça bahsettim.

Yaklaşık iki aydır ahaliden bir ses çıkaran olur mu diye bekliyorum. Lafa geldimi deyim yerindeyse mangalda kül bırakmıyoruz.

Lafı uzatıp”lastiklemeye”gerek yok… Manisa derken 1960 lı yıllarda vefat eden tarzanı Ahmet Bedevi akla gelirken bizim yaşayan ve kasabada kimseye zararı olmayan kıyafetiyle ufak tefek “sevimli” arızlar oluştursa da kasabamızın yaşayan değeri REŞAT’ımız yaklaşık dört aydır nerede ne yer ne içer… Ruhu sonsuz özgürlüğe alışmış Reşat’ımız dört duvar arasında nasıl yaşar bunu düşünen Mudurnu’lular varmı…

İkna etmenin zorluğunu biliyorum ama el ele verip Reşat’ın yaşadığı alanın yanına küçük bir Mudurnu evi yapıp orada özgürce yaşamasını sağlayamazmıydık ?

Reşat’ın kime ne zararı vardı… Reşat barınağında olsa idi en azından bu günlerde sokaklarda sıkça karşılaştığımız “uyuz köpeklerden” birçoğu daha sağlıklı olarak sokaklarda dolaşırlardı…..

Türkiye’de 1990 doğumlu gençler yaşam alanlarına sahip çıkmak için iletişim araçlarını, sosyal medyayı ve mizah güçleriyle dünyaya mesaj verdiler….bundan alacağımız bir ders yokmu …şimdiye kadar olduğu gibi bütün değerlerimiz yok olup giderken sessiz,sinmiş kaderine terk edilmiş “bana ne “halimiz bundan sonrada devamı edecek…

Ormanlarımız günden güne yok oluyor ses çıkaran yok..çöplükten pis gaz kokuları geliyor duyan,gören yok,Mudurnu çayı kan revan içinde ses yok…. ne olacak bizim halimiz…bizi kurtarmaya “mehdi” gelsin diyemi bekliyoruz.

Artık el ele verme zamanı geldi ilk işimiz Mudurnu’nun yaşayan simgesi Reşat’ı “uygun bir mekân yaratarak” yeniden hayata döndürmek olsun… Reşatı sağlıklı hale getirecek olan dört duvar arasında kıstırılmış bir “hapislik” değil ..özgür dünyasında bizim vereceğimiz sevgidir.

 

Mehmet Cantürk

25.6.2013

www.mudurnuhaber.com

Çanakkale’yi geçilmez yapan Mudurnu lu kınalı kuzular

            Çanakkale’yi geçilmez yapan Mudurnu lu kınalı kuzular

            Bu gün Çanakkale Deniz Zaferi’nin 98 yıldönümü törenlerle, panallerle, mevlitlerle kutlanıp gelecek yıldönümüne kadar unutulacak.

            Peki, ne yapacağız başta yaptığımız işleri geçmişi unutmadan, geleceği düşünerek “adam gibi yapacağız ”hiçbir ırkı, dili, dini, düşman görmeyeceğiz… Çalışmadan, üretmeden herkes bize düşman gözü ile bakarsak, bilimi, ilimi, teknolojiyi, sevgiyi, saygıyı, vefayı es geçersek “papazı” imam yaparlar farkına varmayız.

            Doksan sekiz yıl önce atalarımız düşmana geçit vermedi ama biz üç tarafı denizlerle çevrili memleketimizde yeterli deniz taşımacılığı yapamadığımız gibi kişi başı balık tüketimi Japonya’ya oranla 50 kat daha az. Japonya’da yılda kişi başına 500 kilonun üzerinde, Norveç’te 445 kilo, Danimarka’da 230 kilo ve Fransa’da ise 21 kilo balık tüketiliyor.

           Atalarımız düşmanı boğaza gömdü biz  “Kazdağlarında” altın arasınlar diye teslim ettik. Siyanürle beynimize, angusla midemize, gdo lu mısır, fasulye, hormonlu tohumlarla

Genlerimize yerleştiler…

           O zaman ne yapalım; cemaate, tarikata bir gönüllü, partimize bir oy, sendikaya bir üye, başını açıp yâda kapatacak birini aramak yerine kendi işimizde olsa devlet işi de olsa bindiğimiz arabada oturduğumuz koltukta bu yurdun hatta dünyanın, insanlığın bu günlere nasıl geldiğini düşünerek hareket edelim. Makam, mevki, unvanımız ile değil, insanlık için ne üretiyoruz ne gibi katkıda bulunuyoruz onunla övünelim. Kişiliğimizi mal, mülk, makamlar değil, hayata kattığımız değerler belirlesin… Yoksa mal, mülk. Makam elden gidince kişiliğimizde gider.  

           Yanımızda “biat” eden boş kalabalıklar olacağına yazı yazdığımız tükenmez kalem “Faber Casteli, Bic” tükenmez kalemi biz neden icat edemiyoruz diye sorgulayan insanlar olursa işte o zaman tekrar Çanakkale yi geçilmez yaparız.

           Bir çift ayakkabıyı iki kişi giyen Mudurnulu Gaziler,

           Mudurnulu kınalı kuzuların hikâyesini yazmadan yukarıda satırları yazmamın nedeni kimseye ders verme değil kendimizle yüzleşme isteği…

           Musalla Mahallesinden Caferoğlu Abdullah ve Karapınar kavağı köyünden Hasan oğlu Hüseyin 1885 doğumludur 2 Ağustos 1914 tarihinde Harbiye Nezaretince genel seferberlik ilan edilir. O dönem Osmanlının Yemen, Hicaz, Asir, Şam, Arap yarımadasında birlikleri vardır.

            Seferberlik ilanında 29,30 yaşlarında olan Mudurnulu gençler hareket planına göre ikinci bölge “Obüs bölgesi”diye bilinen ve 8. Ağır Topçu Alayı, Bağımsız Ağır Numune Topçu Taburu, 1 ışıldak. Görevi: Giriş bölgesinden geçen düşman donanmasının, Merkez Tabyalarının büyük toplarının ateşlerinden etkilenmeden “İntepe”Erenköy Koyunda demirlemesi veya burasını üs yapacak girişimlerde bulunmasını önlemektir.

            Mudurnulu kınalı kuzular ve mehmetcik arkadaşları canları, Hüseyin dede sağ ayağını, Abdullah dede sol ayağını vererek düşmanın boğazı geçmesine izin vermezler. İki ayakla gittikleri memleketlerine gazi olarak birer ayakla dönerler. Soy ismi kanunu çıktığında Cafer oğlu Abdullah’a bir ayağını kaybettiği İntepe soyadı Hasan oğlu Hüseyin’e Çanakkale’de kaybedilen binlerce fidanların anısına Fidan soyadı verilir.

            İki arkadaşın askerden geldikten sonrada dostlukları devam eder… İsraf olmasın diye bir çitf ayakkabı alıp biri sol ayağına biri sağ ayağına giyer.

           Vatan. Millet, Müslümanlık naralarından geçilmeyip günde altı milyon, yılda iki milyar ekmeğin çöpe gittiği güzel yurdumda bize örnek ve önder olmaya devam ediyorlar.

Mehmet Cantürk

18 Mart 2013

www.mudurnuhaber.com    

 

Açıklama; Abdullah İntepe Musalla mah.Mehmet Yozgatlı  (Cek dayının dedesi)fotoğraf Mehmet Yozgatlı arşivinden alınmıştır.

                  Hüseyin Fidan Karapınar kavağı köyünden Şenol Fidan’ın dedesi

 Fotoğrafta ortada oturan Mudurnu esnaflarından(merhum) Ahmet İğneci’nin kayınpederi

Mudurnu nun Genel sorunları

Kent Konseyi Başkanı Mehmet Cantürk’ün 2 Mart 2013 tarihinde yapılan Mudurnu’nun sorunları ve çözüm önerileri toplantısında yaptığı açılış konuşması.

Merhaba Arkadaşlar; Çağrımıza ses verip geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Yedi senedir konuşuyorum, bu gün fazla konuşmaya niyetim yok…

Daha çok davetli arkadaşların görüşlerine yer verelim isterim. Ancak burada bir ricam var. Mudurnu sorun ve sıkıntılarını konuşan her arkadaş dile getirdiği konu hakkında kendisinin de kapsama alanına alacak çözüm önerisini de söylesin. Bu benim açımdan işim olmasa olmazı. Sonra kimse ben söylemiştim olmuyor demesin.

Kendine dönüp sorunu söylediğim eleştirdiğim konuda ne yaptım diye de sorsun çözümünün parçası olsun. Söylediğim gibi en azından ben buradayken yedi senedir konuşuyoruz. Toplantıda konuştuğumuz konuların hiç birini biz bunları konuştuk ve yaptık diyemedik. Harcanan emeklere,zamana yazık değimli.

Arkadaşlar elimizde çok kaynağımız var ve yapılacak çok işimiz var Mudurnu’nun dedikodu siyasetine değil birleştirici siyasete ihtiyacı var… Maalesef kendimizle yüzleşmemiz gereken çok konu var öncelikle bunu yapmalıyız.

Küçük çıkar hesapları uğruna ikiyüzlü, eyyamcı davranmak herkese şirin görünmeye çalışmak en büyük hastalığımız olmuş. Geriye dönüp şöyle bir bakalım halk arasında en çok sevilenler herkese hoş görünmeye çalışanlar! Neden acaba iş yapanlar değil de ortamı idare etmeye çalışanlar seviliyor. Burada kendimizi de sorgulamamız lazım.

Burada şunu da söyleyim kimse Mudurnu’yu kastederek bizden bi şey olmaz demesin, böyle bir şeyi söylemeden önce kendine dönüp aynaya bakarak “benden bir şey olurmu diye sorsun”.Toptancı şekilde dedikodudan fitne fesattan şikâyet edenler öncelikle kendilerine dönüp baksınlar hastalığında, tedavisin inde kendilerinde olduğunu görecekleridir Arkadaşlar siyaset tabiî ki yapalım ama birbirimize kin tutmadan, çamur atmadan öncelikle sağduyu ile düşünelim. Kendi kafamızın içinde olanlarla başkalarını yargılayıp niyet okumayalım.

Önceliğimiz her zaman ekmeğini yediğimiz, suyunu içtiğimiz Mudurnu olsun. Mudurnu’nun geleceği için diyalog kuralım, uzlaşma sağlayalım. Doğrusuyla yanlışıyla memleket bu günlere geldi artık zaman eski zaman değil..dedelerimiz dumanla haberleşiyor,belediye meclisi çok değil on beş sene öncesine kadar yılda bir toplanıyordu.Şimdi ise bir bilgi iyi yada kötü anında bırakan ülkeyi dünyaya yayılıyor.

Atacağımız her adımı vereceğimiz her kararı buna göre vermeliyiz. Örnek olarak soruyorum Mudurnu’nun geleceğini planlamak için il genel meclisi, belediye başkanı, belediye meclis üyeleri toplanıp konuşmuşlar mıdır? Toplantılardan çıkan sonucu milletvekilleri ile paylaşıp hatta vekilleri halkla buluşturup yatırım ve çözüm önerilerini sunmuşlar mıdır? Devletin en hantal zamanda bile 3 yıllık 5 yıllık kalkınma planları olurdu.

Bu gün planlamaları seçilmiş temsilcilerimizden değil de kimden öğreneceğiz. Yedi yılda neredeyse on kaymakam değişti bu kimin başarısı yâda başarısızlığı? Ancak bunun bir faydası oldu Mudurnu da eskiden kaymakamlık yapmış olan emniyet gelen md. yeğeni vekil kaymakam olarak geldi. Mudurnu Saffet amcanın da etkisiyle Mudurnu yeni bir Emniyet binası kazanmış oldu. Arkadaşlar birilerinin başarısızlığı Mudurnu’nun kaybı olmasın. Yerel yönetim anlamında da birçok eleştirim var…

Mudurnu on beş yıl önce sit alanı ilan edildi bir mimar istihdam edemedik… Gelen mimarda üç ay dayanabildi neden acaba.Bir şehir plancımız yok..yerel yönetim olarak bilmiyorum ama avukatlara vereceğimiz paraları mimar ve şehir plancıya versek ekten,kökten,teneke çatılardan bir an evvel kurtulmuş oluruz.Yine el sanatlarımız,arasta çarşımızda ki üretimler zaman bağlı yok olmaktadır. Yıllardır konuşuyoruz trafikten tanıtıma birçok sorunumuz var halledemedik ne yazık ki bunu çözecek ortak aklı ve birlikteliği oluşturamıyoruz.

Örnek olarak oya bizim oyamızı Nallıhan aldı diye hopluyoruz artık bu işler yapanın, kapanın, patentini alanın elinde kalıyor. Bu güne kadar destek olarak proje geliştirerek kaç ürünün patentini aldık acaba? Oya işi ile önerim meydanda Belediyenin küçük ev diye bir evi var burada şu anda ekmek satılıyor ”bana göre belediyenin ekmek satma devri ikinci dünya savaşı döneminde kaldı ”MEM ve Halk Eğitim Müd. Konuşalım iş kur bağlantılı oya kursu açılsın bayanlarımız sıra ile durarak burada yaptıkları oyaları satsınlar.

Yani küçük eve Mudurnu Halk ekmek satışı yerine Mudurnu Oya Evi yazmak daha çok yakışır diye düşünüyorum. Bunun gibi pratikte otak akılla ve iletişimle çözebileceğimiz birçok konuyu birbirimizle dostça kucaklaşamadığımız için sorunları çözemiyoruz. Bunun bedelini yaşadığımız çağda sadece bizler değil gelecekte tamir edilemeyecek hasarlar bırakıyoruz.

Arkadaşlar dünya aynı hızda dönse de çağımızdaki endüstrileşme, sanayi, iletişim, nüfus artışı, buna bağlı istihdam ihtiyacı, sağlık, eğitim, çevre, vb. sorunlara zaman kaybetmeden ittifakla karar verirsek çağı yakalayabiliriz. Zamanında yapacağımız hamleleri yapamasak ben onu sevmiyorum, onun döneminde bu hizmet olursa bu bizim için iyi olmaz diye kısır çekişmelere girersek bunu düşünenler sorumluluk makamlarına geldiklerinde tren çoktan kaçmış olur.

Burada halkımızda söyleyeceklerim var yukarıda saydığım nedenler sorunlarımızı ortaya koyup çözüm için kamuya, yerel yönetime, seçtiğimiz siyasilere biz oy verdik onlar takip etsinler demek “torunumuza meyvesini yesin diye fidan dikip”o fidana su vermemeye benzer. Arkadaşlar bana göre kısır çekişmeli günlere gelişimizde geçmişten bu güne yerelde ve genelde iş başında olan yöneticiler maalesef alınan kararları basın aracılığıyla halka duyuramamış bu durum halk arasında fısıltıdan başlayarak gerçekmiş gibi işin içinde olanlarda inanamaya başlıyor yâda bir konunun gerçek durumunu anlatmak o işi yapmaktan daha zor hale geliyor.

Görüldüğü gibi yine iletişimi kaçırmışız eskinin ahilik felsefesini, şehir lokalinde iş yapılan herkesin her şeyden haberi olduğu günleri kaybettiğimiz gibi. Arkadaşlar Mudurnu tarımdan, küçük ve büyük baş hayvancılığa, ormancılığa, kültür, tarihten, doğaya, sağlık ve inanç turizmine yönelik birçok potansiyele sahip. Coğrafi sınırlarımızda doğal güzelliği ile marka olmuş göllerimiz Abant vb. gibi bölgesel avantajları da kullanamıyoruz.

Bu günlerde birlikte hareket edip sorunların çözüm ortağı ve takipçisi olmasak hızlı tren geçince, istasyon, orman işletme müdürlüğü alanı odun deposu olduktan sonra turizm alanı ilan edecek hastalarımızı kaybedince cenazede hocaya hakkımızı helal ettik mi diyeceğiz, Diyalize girmek için haftada iki gün yüz km. yol gitmek zorunda kalan vatandaşlarımıza kusura bakma hastane yeri bulamadık deme utancını mı yaşayacağız.

 Çözüm önerilerim; Bu güne kadar defalarca toplantı yapıp sorunları tartıştık çözüm önerileri dile getirdik. Kısaca bir on sene daha sorunları tartışsak yine çözüm bulamayız. Benim bu toplantılardan edindiğim tecrübe kamu, yerel ve genel idare ittifakla hareket etmeden yapılacak işin sorumluluğunu almadan ekonomik bedelini üstlenmeden sadece sivil toplumdan çözüm beklemek çözümsüzlüğü getiriyor.

Sivil toplumda inisiyatif alan kurumların gönüllüsü ve destekçisi olması lazım. Arkadaşlar birçok sorunumuz şimdiden planlanması gereken çok işimiz var ancak bu toplantıyı sorun tespit etme ve konuşma değil kucaklaşmaya ve birlikte iş yapabilmenin yollarını bulmaya ayıralım. Buradan ittifakla çıkacak kararları birlik ve beraberliğimizi perçinlemek için basın yolu ile bunu deklare edelim. Bundan sonra her sorunun ortaklaşa takipçisi olalım. Arkadaşlar konuşmamı Mahatma Gandhi dünyanın yedi hatası diye başlayan sözü ile kapatmak istiyorum.

Emeksiz servet

Vicdansız zevk

Kişiliksiz bilgi

Ahlaksız ticaret

İnsaniyetsiz bilim

Feragatsiz ibadet

İlkesiz siyasettir

Mehmet Cantürk 2.3.2013

www.mudurnuhaber.com

 

Mirasyediler bir “evvel zaman içinde”

Mirasyediler bir “evvel zaman içinde”

 Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler berber iken, develer
kervan iken, meydanlarda tellallar duyan duymayan kalmasın diye bağırırken eski zamanda
ipek ve baharat yolu üzerinde hisar ve kulaklı tepeleri arasına yerleşmiş şirinmi şirin bir
kasaba varmış “masala” göre bu kasaba ormanlarıyla, şifalı sularıyla, ceviz bahçeleri, üzüm
bağları, büyük ve küçükbaş hayvancılığıyla el sanatlarıyla, dericiliği, bakırcılığı, semerciliği,
süpürgeciliği, terziliği, kundura çeşitlerinin her birini üretir, ustaları körüklerde demiri kızdırır
örslerde demir döverler nal, mıh, hatıl, araba tekeri, ok, yay, gazıcak, kürek, kazma sacıcak,
bakır sahanlar, naşırfalar, yedekler, ibrikler, soba, mandız, kama, kılıç, çakı, bıçak, soba
küreği, maşa, kötürüm, tandır imal edilirmiş.
Bu topraklar Bursa tekfurluğuna bağlı iken Bursa tekfuru dillere destan güzellikteki kızı
Matarni’ anısına ve aynı zamanda kasabayı korumak için Anadolu coğrafyasında eşi benzeri
bulunmayan bir kale yaptırıp bu gün bile boşa akıp duran “papazının” kaplıcasından küntlerle
su akıtıp kalede kullanmış. Babas kaya evlerinde altın imalatı, Hıristiyanlık serbest olunca
piskoposluk merkezleri kurulmuş, asar köyde para basılmış. Zaman su gibi akmış orta Asya
steplerine sığamayan atalarımız Anadolu’yu mekân tutmaya başlamış.
Moğol ordularının saldırıları bu süreci hızlandırmış ve hızını alamayan atalarımız
Özbek, Oğuz, Türkmen, Tatar, Yörük gelip bu şirin kasabaya yerleşip daha önceki ev
sahipleri ile beraber yaşarken Bizans’tan; Selçukluya, Selçukludan Bizansa el değiştirmiş
sonunda bu işin böyle olmayacağını söyleyen Osman oğulları buraları kimseye yar etmem
deyip yönetime el koymuş.

Giden gitmiş kalan kalmış,Osman oğullarının bölgede hâkimiyeti
ele geçirmesinde Anadolu da ilk sivil esnaf örgütlenmesi olan ahiliğin çok önemli katkıları
ve destekleri olmuş. Osmanlı beylik beni kesmez büyük devlet olacam deyince Ahilerin
desteği devam etmiş bu desteği unutmayan Osmanlı daha devletleşme sürecini tamamlamadan
hâkimiyeti altındaki geniş arazilere düz ovalara kalıcı eserler yapmadan Mudurnu benim
mayamı tuttuğum yer deyip camii, han, hamam yaptırmış ve güvende gördüğü bu topraklara
devlet adamı yetiştirecek ilim irfan sahibi hocalar gönderip şehzadeler yetiştirmiş.

O zamanki devirlerde sarp dağlar geçit vermez, yollar zorlu iken seyyah ve gezginler
önemli ticaret ve kültür merkezlerine gider oradaki ticari hayatı yaşamı kayıt altına alır
belgelerlermiş. Gezginlerin kayıtlarına göre arasta çarşıda yazıda belirtilen el sanatlarına
ilave olarak Çine, Hinte kadar ünü yayılan su boduçları, iğneler, sepetler, çeşit çeşit oyalar,
danteller işlenir, ipek halılar, kilimler, şallar, kılçanlar dokunmuş, kullep, menteşe, kanca,
burgu, nacak, kapı tokmakları, kilitler imal edilirmiş. O devirlerde dilden dile dolaşan kapı
tokmaklarında başka bir ustalık,nezaket ve incelik varmış. Bu tokmaklardan her evin kapsına
iki tane takılır eve erkek geldimi kalın sesli olana bayan ise ince sesli olana vurulur evin
hanımı kılık kıyafetini ona göre ayarlarmış.
Saray mutfağını süsleyen, tereyağı, peyniri, tavuğu, tatlıları, hamur yemekleri ile
dillere destan olmuş. Memleketin her bir köşesine ve yurtdışına dahi deri gönderilirmiş.
Ticaretten el sanatlarından elde edilen gelirle kasaba yeniden imar edilmiş aile birlik ve
dayanışmasının bir ifadesi olan iki üç katlı evler konaklar yapılmış dededen toruna gelenek,
kültür ve zanaatkârlık devam etmiş gitmiş.
Masal bu ya zaman gelmiş zalim beyler türeyip halka zulüm yapmaya başlamış
buna karşı her devirde zalimlere karşı koyacak yiğitlerde çıkmış Anadolu da yiğitler yiğidi
Köroğlu’da zalim Bolu beyinin üstüne atını sürerken Mudurnulu demirci ustalarının nallatmış
atını deh etmiş zalimlerin üstüne.
Gel zaman git zaman dükkânlarda sanatkârlar, ahi ocaklarında iş ahlakı, birikmelerde,
yaşam biçimi öğretilmiş savaşa gitmeyen oğlunu eve almayan analar, efe olmayan oğlunu
kucaklamayan babalar çıkmış vatan elden gidiyor deyince ilk cepheye koşanlarda Mudurnu
yu geçilmez kale yapanlarda buradanmış.

Olan oldu giden gitti ve geldik bu güne.

Not: Mirasyediler devam edecek…

Mehmet Cantürk
www.mudurnuhaber.com

 

Seben Günlüğü…

Seben Günlüğü…

         Atalarımız tebdili mekânda ferahlık vardır demiş… Yeni yılın ilk günlerinde eşimle birlikte komşu ilçemiz ve sınır komşumuz Seben’e doğru yola çıktık. Geçmişte hısımlık ve ticari bağlarımızın çok güçlü olduğu önemli coğrafi ve tarihi özelliklere sahip Elma diyarındayız. Bu arada Elma diyarı diye bilinen Seben’imiz de Elmacılık can çekişiyor ilgilerle önemle duyurulur!

          Seben’de sevgili dostum Reşat Demirel’ile buluşup Kozyaka köyü Çavuşlar mahallesine harekât ettik köyün girişinden görünen ıssız ve sessiz evlere rağmen köyün eskiden yoğun bir nüfusa ev sahipliği yaptığının ipuçlarını veriyordu.

         Bizi önünde durduğumuz üç katlı ahşap evin kapısında baba dostu Abdullah abi her zamanki güler yüzü ve tevazusu ile karşıladı, daha kapıdan içeri girmeden hoş beşe başlayıp köy ve ev hakkında sorular sormaya başladım.

         Reşat Bey ve Abdullah abiden bilgiler alıp etrafa göz gezdirirken sobası yanan sıcacık odada candan bir hoş geldiniz’le güler yüzlü yengemiz buyurun dedi. Daha yerimize oturmadan kediden çok kuzuya benzeyen “Osman”da bende buradayım diye kendini gösterdi.

         Hal hatır sorma faslında ara verdiğimiz köyün tarihini konuşmaya sofraya gelen nefis yemekleri yerken devam ettik.

 

İsmet İnönü’nün konuk olduğu evde zamana tanıklık etmek…

         Misafir olduğumuz evi yaptıranlar Mudurnuda Boyalı konak diye bilinen(Havlu Mah.İlk kız mektebi) evin sahipleri 1800 lü yıllarda Mudurnu’dan yazları yaylak olarak geldikleri yeri zamanla benimseyip yine Mudurnulu ustalara bu evi yaptırmışlar.

        Kozyaka köyü Kurtuluş savaşında birçok tarihi olaya tanıklık etmiş… İstanbuldan Anadolu’ya geçen İsmet İnönü ve arkadaşları köyden Asim beyin öncülüğünde sağlanan özel müfreze ile Bolu’dan alınıp köyde misafir edildikten sonra ertesi gün Nallıhan’a kadar eşlik edilerek Ankara ya uğurlanmışlar.

         Yemekten sonra çaylarımızı içip tarihi sohbette köyün içinde devam etmek üzere dışarı çıkıyoruz ilk durağımız geçmişte Seben ve çevre ilçelerde Karakahya bıçak ve çakıları ile ün salan Hasan ustanın el emeği göz nurunu katarak çakı ve bıçaklar ürettiği atölyedeyiz. Dünyanın en seri üretim yapan modern bıçak fabrikasına gitseniz geçmişte Hasan ustanın bu mütevazi atölyede sevgisini, ustalığını katarak ürettiği bıçak ve çakıları bulamasınız.

          Atölyeden hemen yanındaki Reşat beyin dede, baba yadigâr evine geçiyoruz. Günümüzde insanların modernleşme adına  “Toki tabutluklarına” yerleşmek için yarış ettiği bir zamanda Reşat dostum dede, baba ocağı yok olmasın diye sahip çıkıp emek ve para harcamış, geçmişten aldığı kültürü geleceğe taşıma sorumluluğunu üstlenmiş.

          Bana göre bu sorumluluk en büyük erdemlerden biri, büyük dedesinin, babasının evini, ailesinin kültür ve geleneklerini, doğasını bilmeyen bireyler, toprağa, ağaca, çiçeğe, böceğe saygıyı nerden bilip; gelecek kuşaklara temiz bir dünya bırakma sorumluluğunu taşıyacak.  

          Köy içinde yapılan gezi ve aslan başlı çeşme ziyaretinden sonra ev sahiplerinin  “tekrar bekleriz” sözleriyle vedalaşıp Seben’de başka bir dostla buluşmak üzere yola çıkıyoruz.

Cuma Camileri…

         Köyden Seben doğru giderken geçmişte insanların sosyal hayatında önemli bir yeri olan ibadetin dışında başka bayramlar, seferberlik ve haberleşme gibi toplanma merkezide olan Cuma camileri burada’da kendi haline terkedilmiş.

          Akşam karanlığında caminin içini gezerken kim bilir insanlar burası yapılırken nasıl çalıştı, ilk ibadete açılırken ne duygular içindeydi burada seferberlik çağrısı yapılan ve gidip dönmemek var diyen insanlar bu meydanda sevenleri ile nasıl vedalaştı.

          Düşündüm! Acaba  “farzı” dışında hac ve umre ziyaretlerini ticarete çevirenler ve gidip, gelme sayısıyla övünenler… Cuma camilerini, akmayan çeşmeleri, köy okullarını, eski köy mezarlığının çitlerini, tamir ettirdim, okuma imkânı olmayan iki çocuğu okuttum, burs verdim diye övünseler, sevap ölçüsünü bilmem ama insanlığa da faydalı oldukları için Allah onları daha çok sever.     

 

Sebenli “Ayarsuzlar şahı”  

 

         Akşam olurken önceden geleceğimizden haberdar olan Turhan(Yılmaz)dostum geldiniz mi diye sormadan telefonda nerdesiniz dedi ve az sonra buluştuk. Haydi, doğru eve gidiyoruz deyince düştük peşine eşinin hazırladığı birbirinden güzel yöresel yemekler eşliğinde başladık sohbete gece boyunca halk bilimi, yöresel şive, yöresel kelimeler, turizm, tanıtım, Kınıkçı kanyonu, Seben’in muhteşem coğrafyası, doğa yürüyüşü, konuştukça konular birbirini izledi.

          Turhan dostum halk bilimi, folklorik değerler yöresel şive, özlü söz, vb. tarih belgeleyicisi, Ülkemizde birçok il ve ilçede müze yokken çevresinde ne var ne yok toplayıp sergilemiş böyle bir kültür ve geleneğin oluşmasını örnek olan ve bıkmadan, usanmadan elde avuçta ne bilgi, belge varsa toplayıp, arşivleyen bir “ayarsuzlar şahı” yol ve gönül dostluğu yapılacak zamane dervişi, sırtınızı güvenle dönebileceğiniz ”herkese lazım” denen türden… İnsanlığına diyecek bir şey yok ama bu kadar yeteneği kıskanmamak elde değil.  

 

VEGKE Ailesinin “VEGKE Solaklar Kütük Evleri”

          Seben’de turizm ve tanıtıma önem veren yöneticiler var… Şimdi değilse bile önümüzdeki yıllarda Seben koca yayla göleti, Solaklar ve Muslar kaya evleri, Çeltik dere Kilisesi, fosil ormanı, kaplıcası, vadi ve kanyonları ile turizmden önemli derecede pay sahibi olmaya aday.

            Bundan önce Seben in muhteşem coğrafyasını görmeye gelenlerin akşam konaklayacakları yer sınırlı idi. VEGKE kütük evleri ile artık bu sorunda ortadan kalkmış oldu. İşletmeci Volkan beyle tesisi gezerken düşüncelerimi söyledim… Bizim memlekette yapılan işe kusur bulanda öneri getiren çok olur tesis karar verilip yapılmış bundan sonra bize düşen Seben’in çevresel turizm potansiyelini görmeye geleceklere akşamları konaklayabilecekleri çok güzel bir mekânları olduğunu söylemek.

Mehmet Cantürk

Mehmet_canturk14@hotmail.com

www.mudurnuhaber.com

 

Gezi Notları (üç)

Gezi Notları (üç)

 

           Avusturya Salzburg’da kar yağışı eşliğinde sokaklarda gezdikten sonra akşam üzeri araçla Almanya Augsburg’a gelmek üzere yola çıktık. Yolculuk boyunca etrafı gözlemeye devam ettim.

            Yoğun şekilde kar yağmaya devam ettiği halde trafik akışında bir sorun yoktu. Ara ara geçen tuz püskürtme kamyonları tuzu kürekle aracın kasasından değil püskürterek yerden atıyordu.  

           Yol kenarlarındaki köyleri incelerken evlerin mimarisinden anlaşıldığı kadarıyla köy şehir farkı yok gibiydi. En küçük yerleşim birimine bile demir yolu asfalt yollarla bağlantı sağlanmıştı.

            Münih yakınlarında otobanda seyrederken birden gözümüze ilk görünüşte insanın içini ısıtan saatlerce bakılsa doyulmayacak bir yer hissi uyandıran Münih Alilaze stadı takılıyor. Yol boyunca stat görünmez oluncaya kadar gözlerimi ışıklandırmasından alamıyorum.

            Bir taraftan düşünüyorum insanoğluna bunu yaptırabilen ne diye kısa sürede yorumlayabildiğim, düşünce; tasarım, iş disiplini ve ahlakı, planlama, uygulama, mühendislik, denetim ve ortaya çıkan üretimdi.

             Almanların belli şehirlerdeki işleyişine, sistemine bakınca belli disiplinleri bir araya getirerek yaptıkları işler insana bu dünya için yapacakları bir şey kalmamış hissi veriyordu.

            

Dachao Toplama kampı

             Dokuz Aralık sabahı Nazi toplama kampı Dachao’ya doğru yola çıktık yaklaşık bir saat bir yolculuktan sonra kampa vardık. Kampa giriş ücretsiz kampın girişi özel araçları ile ve turlarla ziyarete gelenler ile dolu idi.

           Elektronik aletlerle çeviri olarak rehberlik hizmeti veriliyor ancak Türkçe çeviri yoktu. Bu güne kadar yazılı ve görsel basından duyup gördüklerimizle kampı gezmeye başladık.

           Burada Hitlerin nasıl iktidar olduğunu, Nazi toplama kamplarını Hitlerin ırkçılık hastalığını anlatacak değilim. Tarihi merak edenler Birinci dünya paylaşım savaşının sonuçlarına bakarak ikinci dünya savaşının nedenlerini ve İsrail devletinin kuruluşuna giden süreci araştırabilirler.

            Kamp Hitler’in 1933 yılında iktidarı ele geçirdikten sonra ülkedeki muhalifleri toplamak için kurulmuş. Kampa topladıkları muhalifler üzerinde tıbbi deneylerde dâhil her işkence yöntemi denenmiş… Kampın müze olarak ziyarete açılmasını 1960 yılarda kaptan sağ kurtulanların kurduğu komite önermiş ve öneri kabul görüp kamp ziyarete açılmış.

            Kamp detayları hakkında bilgi alabileceğimiz rehber olmasa da kampın gezdiğiniz her köşesinde insana dair utancı yaşayıp o güne “empati” yapıyorsunuz.

            Bu utancın benzerine geçtiğimiz aylarda ziyaret ettiğimiz Altındağ Belediyesi tarafından müze yapılan Ankara Ulucanlar ceza ve tutukevinde de tanıklık etmiştim.

            Coğrafyalar, kültürler, yaşam biçimleri farklı olsa da ne adına olursa olsun insanlığın yüz karası işlere imza atanlar yine insanoğlu tarafından tarihin çöplüğüne atılıyor.

 

Mehmet Cantürk

11.12.2012

Augsburg-Almanya

www.mudurnuhaber.com

Seyyahın Avrupa Gözlemleri (iki)

          Seyyahın Avrupa Gözlemleri (iki)  

            İlk izlenimlerimi bundan önceki yazımda ifade etmiştim, hafta içi programlarından sonra hafta sonu tarih kenti Salzburg’ga gitmek üzere Augsburgtan,Münihe oradanda trenle üç saatlik yolculuktan sonra  Avusturya Salzbuga ulaştık.

              Üç saat önce başka bir ülke topraklarında üç saat sonra başka bir ülkedeydik. Ne kimlik, ne dil, ne din soran vardı insanların farklılıklarıyla bir arada yaşayabilmesi ne güzel bir şeymiş! Bunu öğrenebilmek ve bir arada yaşayabilmek için kan dökmek mi gerekir diye düşündüm.

             Salzburg ta yeyenim Kenan ve Avusturyalı gelinimiz Andrea ile buluşup soğuk ve kar yağışı eşliğinde Salzbug sokaklarında yürüyerek adını bilemediğim başpiskopos prensin Metresi için yaptırdığı Mirabell şatosunu vardık, şato görülmeye değer! hanımı için yaptırsaydı daha iyiydi ama insana “ne sevgiymiş” dedirtiyor.

             Karşı tepede görünen kaleye doğru yürürken kenti ikiye bölen Salzach nehrinin üzerinde bulunan köprüden geçerken ilk dikkat çeken şey köprünün tel korkuluklarına dilek tutularak kilitlerin takıldığı ve anahtarlarının nehre atıldığını öğrendim.

             Bu durum hemen Anadolu daki dilek tutarak türbeleri ziyaret etme ve ağaçlara çaput bağlama geleneğini hatırlattı. Demek ki insanoğlu her coğrafyada maddi, manevi ihtiyacı olanı keşfediyor.

              Kaleye doğru ilerlerken beş, altı yüz yıllık binaların ara sokaklarından geçerek müzik dâhisi Mozart ın evinin önüne varıyoruz.

Evin önü kalabalık içeri girmeye sıra gelecek gibi değil… Noel ayı nedeniyle sokakta gezen insan kalabalığına göre yerlerin temizliğini görünce ”temizlik hangi imandan gelir” eğitimden mi kurallara göre davranan insan yetiştirmekten mi gelir düşünmeye başladım.

            Burada şunu da yazayım bizim atalarımız yere tükürmeyi “ayıp sayıp” cebinde mendil taşırken, Avrupalı pisliğini camlardan atıyordu.

            Pislikleri de kafalarına geldiği için şemsiyeyi icat etti. Avrupalı nın bir küvette on kişinin elini yüzünü yıkadığı ve kokudan kurtulmak için parfümü icat ettiği dönemde bizde altı yüz elli sene önce han, hamam, imarethane, tuvalet kültürü vardı’ da neden şimdi yol kenarları cam kırığı, poşet, pet şişe piknik alanları pislik içinde,

            Bize göre Ekmek nimetti, yere düşerse öper başımızın üstüne koyar, buğday, fındık tarlasını ziyan olmasın diye “başak” yapardık… Bugün bayram, mevlüt yemeklerimizin yarısı neden çöpe gidiyor düşünmemiz lazım.

            Salzburg kalesine çıkacak kapıya vardığımızda kapıda yoğun bir kalabalık vardı. 150.000 bin nüfusu olan şehre yılda“resmi rakam” 8.000 (Sekiz milyon turist geliyormuş)bu durumu öğrenince içim acıdı! Bizimde kültür varlığımız ve adını aldığımız Mudurnu Kalemiz var… Kalesi gitmiş”kale -cik“ kalmış… Ne olur daha fazla uyumayalım aklımızı başımıza alıp tarihi değerlerimizi kaybolmaktan kurtaralım.

            Bunu başarabilirsek geçmişimize de, geleceğimizde en büyük iyiliği yapmış oluruz.

Mehmet Cantürk

10.12.2012

Augsburg – Almanya

Not: Sonraki yazı, Dachau Nazi toplama kampı izlenimleri     

www.mudurnuhaber.com

       

 

Yakasız Damat Göyneği

Yakasız Damat Göyneği

 

             Anadolu’nun her bölgesinde geçmişi geleceğe taşıyan o yörenin yaşam biçimine göre şekillenmiş adet ve gelenekler vardır.

              Anadolu kadını anasına, babasına, askere ya da gurbete giden yavuklusuna evlenince kayınvalidesine, kayınpederine, eşine söylemek isteyipte anlatamadıklarını oyaya, nakışa, dantele, dikişe dokuduğu kilime, heybeye, baş gülüne, keseye, çevreye, yağlığa nakşettiği motiflerle dile getirmiştir.

                Motifler ve çizgiler insanın yaşadığı dönemin tanıklığını doğumu, ölümü, dişiliği ve erkekliği, zenginliği, hüznü ve mutluluğu sembolize etmiştir.

                 Anadolu’daki Coğrafi özelliklere etnik yapılara, inanışlara göre şekillenen adet ve töreler ticaretten el sanatlarına kadar geçmişi ve günlük yaşamı geleceğe taşır.

                 Geçmiş gelenekleri gelecek ile buluşturabilen toplumlar sosyal sorumluluklarını yerine getirebilmiş olurlar.

                  Yazıya konu olan başlıktaki gelenekte Mudurnu’da uzun yıllar devam etmiş ise de şimdilerde unutulmuştur.

                   Yöresel ev tezgâhlarında dokunan “çulfalık” kız evi tarafından damat bohçasına konan iki adet beyaz renkli olan ”gizlencelik”(düğünde bayramda özel günlerde giyilen)ve renkli dokunan”kündelik”(Gündelik işlerde giyilen) diye tabir edilen iç göyneğinden beyaz ve yakası açılmadık olanı güvey girdiği akşam gelin hanım tarafından damadın boynuna göre açılarak dantelle süslenir ve sabah evin ahalisi ile sofraya oturduklarında damadın giydiği iç göyneğin nakış ve dikişinden gelin hanımın ne kadar maharetli ve hünerli olduğu anlaşılmış olur. 

Kıssadan hisse: Geleneğini kaybeden, Geleceğini kaybeder.

Mehmet Cantürk MUDURNU HABER

www.mudurnuhaber.com

 

Bedevi kafasıyla Teknoloji ile buluşmak!

Bedevi kafasıyla Teknoloji ile buluşmak!
Yazacak konu çok hangi birini yazsam diye düşünürken… Nasihatten anlamak için
musibet gerekmez ama sokakta beklerken yanımdan geçen iki gençten biri içtiği sigarayı,
üstelik söndürmeden yere attı ve yürümeye devam etti. Arkasından seslenip ‘amcası bir
şey düşürdün’ dedim. Bana bakarak düşürmedim dedi, attığı sigarayı yerden alıp hemen
yakındaki çöp konteynırına attıktan sonra ben sana söylüyorum, senin yanında da başkası
atarsa sen de ona söylersin dedim. IQ seviyesi yeterli olmadığından yapılan davranışı
anlamayıp, ‘ben neden başkasına söyleyecekmişim?’ diye söylenerek gitti. İçinden de
başka şeyler homurdandığı kesin. Benim ne düşündüğüme gelince; kendi kültürünü
geleneğini aile değerlerini “modernlik”adı altında pervasızca tüketen bir toplum seksen
dokuz yılda kendi vatandaşını yaratamamış bir rejim ve liderlerinin birbirlerini çölde
kutup ayısına kovalattıkları bir acayip memleket.

Geçmişte atalarımızın yaşam ve davranış biçimine ait bize örnek olacak birçok
konu var tabi. Bir iki tanesini hatırlatmak isterim; atalarımız cebinde mendil taşıyıp yere
tükürmediği ve ayıp karşıladığı zamanlarda o günün Avrupalısı bırakın tükürmeyi, başka
pisliklerini camlardan aşağı attığı için şemsiyeyi icat etti. Atalarımız han, hamam, tuvalet
yaparken aynı küvette on kişi yıkanan Avrupalı pis kokudan kurtulmak için parfümü icat
etti. Yazının tam başlığı ‘Bedevi kafası ve kıl çadır kültürüyle teknolojiyle buluşmak’
olacaktı ancak bizim dağda gezen, yaşayan yörüğümüzün, çobanımızın doğaya saygıdan
yaktığı ateşin yeri bile belli olmazdı, onlara saygısızlık etmiş olurum diye yazamadım.

Mevzu uzun yaz yaz bitmez değerlerimizi yitire yitire geldik bu güne… Yere
tükürmeyi ayıp sayan atalarımız dünyayı yönetirken bu gün elinde ne varsa doğaya atan,
geri dönüşümü bilmeyen, okumayan, doğayı gözlemlemeyen, kan vermeyen, organ
bağışlamayan, sivil oluşumlara ilgi göstermeyen hakkını, hukukunu gerçeklere göre değil,
işine geldiği davranan aklını fikrini başkalarına ipotek etmiş bisiklet tamir edemeyecek
alet edevatı üretemeyen bir toplumun ipleri Hans ve Coninin elinde olur. İstedikleri zaman
da işlerine nasıl geliyorsa Karagöz Hacivat gibi oynatırlar.

Yukarıdaki yazımı yazma nedenim, her an her yerde karşılaştığımız olumsuzluklara
karşı bir nebze olsun katkım olabilir diye düşünmemdir.
Bu vesile ile son günlerde sosyal medyada paylaşılan Ahmet beyin ve Ayşe hanımın
günlük yaşamından kısadan hisse…

Ahmet Bey, sabah saat 7.00’de
*Casio** masa saatinin alarmıyla gözlerini açtı.
*Puffy** yorganını kaldırdı.
*Hugo Boss** pijamalarını çıkarıp
*Adidas** terliklerini giydi.
*WC** ‘ye uğradıktan sonra banyoya geçti.
*Clear** şampuan ve
*Protex** sabunuyla duşunu aldı.
*Colgate** ile dişlerini fırçaladı.
*BRAUN** ile saçlarını kuruttu.
*Bill’s** gömleğini ve
*Pierre Cardin** takımını giydi.
*Lipton** çayını içti.

*Sony** televizyonda medya özetlerini ve
*flash** haberleri izledi. *
*Citizen** kol saatine baktı. Aile fertlerine
*’BYE’** deyip
*Peogeot** otomobiline bindi.
*Blaupunkt** radyosunu açarak,
*rock** müziği buldu. Ağzına bir
*Polo** şeker attı. Şehrin göbeğindeki
*Mega Center** ‘daki ofisine varınca,
*Toshiba** bilgisayarını çalıştırdı.
*Microsoft Excel’e** girdi.
*Ofisboy** ‘dan
*Nescafe** ‘sini istedi. Saat 10.00’a doğru açlığını
yatıştırmak için
*Grissini **yedi. Öglen
*Wimpy’s Fast Food** kafeteryaya gitti. Ayaküstü,
*Coca Cola** ve **hamburgeri **mideye indirdi.
*Camel** sigarasını yakıp
*Star** gazetesini karıştırdı. Akşamüzeri iş çıkışı
*Image Bar’** a uğrayıp
*JB’** sini yudumladı, sonra köşedeki
*Shopping Center** ‘a uğradı. Eşinin sipariş ettiği
*Ariel** deterjan,
*Ace** çamaşır suyu,
*Palmolive** şampuan,
*Gala** tuvalet kağıdı,
*Sprite **gazoz ve
*Johnson** kolonyayı alarak kasaya yanaştı.
*Bonus** kartıyla ödemeyi yaptı.
Hafta sonu eşi Münevver’le
*Galleria** ‘ya giden Ahmet Bey,
*Showroom** ‘ları dolaşıp
*Converse** ayakkabı, *
*Lee Cooper blue jean** satın aldı.
Akşam evde bir gazetenin verdiği

*TV Guide** ‘a göz atan Ahmet Bey, kanallar arasında
*zapping** yaparak,
*First Class** ,
*Top Secret** ,
*Paparazzi** gibi programlar izledi. Aynı anda
*Outdoor** dergisini karıştırdı.
Uykusu gelen Ahmet Bey, televizyonu kapatıp yatak odasına geçerken, kendini mutlu hissetti.
** ‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’** diye gerindi ve uyudu.
*Hâlâ da uyuyor. Ne zaman uyanacağı da belli değil.

Mehmet Cantürk
10 Kasım 2012

www.mudurnuhaber.com

Korayım’ ın Konak Hikâyesine Önsöz;

Korayım’ ın Konak Hikâyesine Önsöz;

            Aşağıdaki yazıya önsöz yazarken insanın kendine ait bir hikâyeyi beyninde, yüreğinde olgunlaştırıp yazıya dökmesinin yazılmış bir hikâyeye önsöz ve açıklama yazmaktan daha kolay olduğunu düşündüm. Aşağıda okuyacağınız yazı yeğenim Koray tarafından kaleme alındı.

           Koray doğa ve gönül mühendisi, ‘şairliğimden utanırım’ diyecek kadar şair ve şiir yorumcusu, yazarlığımdan utanırım diyecek kadar hikâyeci, mutluluğu Avm’lerde arayan günümüz gençliğinin “avamlığında” değil,  mutluluğu sahaflarda arayan kitap dostu, doğa, bitki, börtü, böcek aşığı. Dünyanın herhangi bir yerinde yanan ağaca ağlayan hümanist, Geleneğini, doğasını, geleceğini kaybetmiş günümüz insanların atasından kalan kömürlü ütüyü, iki bakır tabağı mahalleye gelecek hurdacıya vermek için beklediği zamanda, eşimin müzayedede satmayı düşündüğü amcasının “asari antikalarına” sahip çıkıp gelecek kuşaklara bu kültürü, geleneği aktarmayı düşünen “zamane dervişi”İflaholmaya_CAN kadar Fenerli, her hafta sonu amcasının yanına Mudurnu’ya gelemezse kederli, on iki yaşına kadar Mudurnu’da yaşamış insanın memleketi doyduğu yer değil çocukluk kültürünü aldığı yer diyen Mudurnu sevdalısı, Bu yazı her lafın başı “sözde” biz Mudurnuluyuz deyip yetiştiği evini köyünü anasını, babasını, amcasını, teyzesini unutan Allah geçinden versin öbür tarafa intikal ettiğinden, beni “hacet tepesine”götürün diyenlere “Mudurnu hatırası” olsun.

Mehmet Cantürk 15.10.2012

 

 

Koray’ın Konak Hikâyesi

            Şakir Ağa her zamankinden ayrı bugün biraz daha gecikmişti. Fakat gecikmesine rağmen O gelmeden konakta yemek yenmezdi. Gecikmesinin nedenini aile fertleri bilir, bunun için ayrıca saygı duyarlardı.

            Osmanlı devleti artık duraklama devrinden de geçmiş, gerileme dönemine girmişti. Padişah ve uleması geriye giden ekonomiyi düzeltme yolu olarak vergileri arttırmayı öngördülerse de, bu, halkın üzerindeki yükü arttırmaktan başka bir işe yaramamış, en çok da Şakir Ağa gibi ticaretle uğraşan çarşı eşrafını olumsuz etkilemişti. Şakir Ağa kötüye giden ekonominin farkında olduğu için pazarını genişletmeye çalışmış, doğuda Ankara, batıda İstanbul’a kadar ilişkilerini kuvvetlendirmişti. Ne var ki, artık o da vergilerin yükü altında ezilmeye başlamıştı. Yaşı da hayli ilerlediğinden eskisi kadar çalışamıyor, gençliğinde büyük emek vererek yaptırdığı konağa ulaşmayı asıl hedef haline getiriyordu.

O gün yine gün batımına yakın, Nallıhan’dan döndüğünde, her zamanki gibi ikiyüzelli yıllık çınarın yanında atından indi. İki elini beline koyarak geriye doğru esnedi. Her ne kadar ikinci kattaki odasından bu ulu çınara bakmak zevkliyse de, pazardan dönüşünde de bu ulu çınarın yanından konağa bakmak o kadar keyifliydi. Atının ayak sesinden, ağasının geldiğini anlayan kâhyası, hemen çınara doğru koşar, atın eğerinden tutarak alt kattaki ahıra kadar getirirdi. Ağanın gelmesine, atın, suyu ve yemi de hazır olurdu.

            Konağın damı giriş katta, insanların yaşam alanından farklı olmayacak şekilde inşa edilmişti. Birinci kattan atın soluğunu, kişnemesini duyabilirdiniz. Şakir Ağa bunu özellikle istemişti. At bereketti, at ile beraber yaşayanın ömrü uzun olurdu. Bu nedenledir ki, Şakir Ağa atını çok sever, ev halkı de bu yüzden At’a, Şakir Ağaya olduğu kadar iyi bakarlardı.

            Şakir Ağa her zaman ki gibi geriye yaslana yaslana ağır adımlarla konaktan içeri girdi. Ağır adımlarla on basamaklı merdiveni tırmanarak birinci kata çıktı. Çıktığı merdivenin ucu sofaya bağlanır, burada da onu bakır el ve ayak yıkama leğeni, güğüm ve işlemeli havlusuyla gelini karşılardı. Gelinini çok severdi. Şakir Ağanın tek oğlunun sevdiği kadındı o, daha evi yaptırırken hayalini kurduğu gelin odasına açılırdı sofa. Aynı sofada gelininin kendisini beklemesi, O’nu hem gençliğine geri götürür hem de yıllarca uğraşıp didindikten sonra elde ettiklerinin hazzını yaşatırdı.

            Mevsim sonbahardı, Şakir Ağa sofada elini yıkarken bir yandan da konağın arka bahçesine bakardı. Buraya gençliğinde iki tane dut dikmişti. Çünkü ipek ve deri tüccarıydı. Bir tüccarın bahçesinde koza olmazsa olmazdı. Bu dutlar yaptığı işin simgesi gibiydi. Şakir Ağa elini yıkarken bir üşüme geldi.  Gelinine ; ‘ Artık Aşağı inmeli kızım ‘ dedi. Çünkü evin birinci katı ısıyı muhafaza etmek ve daha çok faydalanmak için alçak yapılmıştı. Bu katın pencereleri daha küçük, sadece sofadan arka bahçeye bakan camlar büyüktü. Bu da güneşten daha çok faydalanmak içindi.

            Şakir Ağa yemekte ev halkının bir arada olmasına özen gösterir, sofra da da her zaman bir tabak fazla görmek isterdi. Böyle olmadığı zamanlarda hanımına çıkışır, ’belki dışarıdan aç biri gelir derdi. Şakir Ağa kalkmadan sofradan kimse kalkmazdı. Sofrada da pek konuşulmaz, günlük yaşamda başa gelen işler, olaylar, ikinci katta ki sofada dile dökülürdü. İkinci kata onbir basamak merdivenle çıkılırdı. Burası birinci kata göre daha yüksek tavanla yapılmış, Şakir Ağanın en sevdiği sofanın bulunduğu kattı. Şakir Ağa akşam kahvesini muhakkak bu sofada içer, konağın giriş tarafına bakan sofadan, elinde gaz lambalarıyla camiye giden insanları seyrederdi. Ev halkı pek konuşmaz, Şakir Ağanın kendilerine soru sormasını beklerlerdi. Şakir Ağa ilk önce hanımına hal hatır, sonra da oğluna işlerinin nasıl gittiğini sorardı. Şakir Ağa iyi gitmediğini bilse de oğluna çok yüklenmez, acele laflarla geçiştirip torunlarını severdi.

            Şakir Ağa bu konağı yaptırırken çok düşünmüştü, ustayla dost olmuştu. Usta ne istedi ise hemen bulup getirtmişti. Hep dediği bir şey vardı ; ‘ Geç olsun da güç olmasın’. Konağın tek parça kirişlerden olması bu sabrın ürünüydü. Konağın arka yüzüne bakan yirmi metrelik çam kirişi, Eskişehir’in Mihalıççık ormanından getirtmişti. Ülkenin en iyi sarıçamları orada yetişirdi çünkü. Ne zaman inşaatın hızlı gittiğini gözlese; ‘ağır olun, acele etmeyin’ derdi. Odaların içinde ki dolap gözleri bu yüzden bu kadar güzeldi. Şakir Ağanın ustası, usta adamdı, Şakir Ağa kadar ileriyi görürdü. Bunun için ayrı bir kız odası da düşünmüş, lakin Şakir Ağanın kız çocuğu olmamıştı. Bu oda ikinci katta, girişteki sokağa bakan sofanın yanında ki odaydı. Pencereleri büyük, dolapları genişçeydi. Odada, bir ocak, genişçe de bir sedir vardı. Odanın pencereleri sokağa bakardı. Ağanın kızı bu pencerelerden bakıp, evleneceği erkeği seçecekti. Fakat olmadı, Allah Ağaya kız evlat nasip etmemişti ama şimdi bir kız torunu vardı. Bu oda artık O’na aitti. Pencere üstlerine işlemeli pervazlar koydurtmuştu. Buralara da hanımının ördüğü en güzel perdeleri çektirdi.

            Şakir Ağanın uyuması yatsıyı bulmazdı. Yani ev halkının bildiği buydu. Şakir Ağa konağı yaptırırken kendi odasının, illa çınara karşı bakmasını istedi. Çınar uluydu, çınar uzun ömürlüydü. Ona bakarken hep kendi ağalığını düşünürdü.  Ölümü düşünürdü sonra, ‘benden ikiyüzelli yıl yaşlısın, beşyüz yıl daha yaşlı olursun’ derdi, çınara… Ağalığın çarşıda pazarda değil, böyle bir yerde böyle bir çınara karşı ev yapabilme özgürlüğünde saklı olduğunu düşünürdü hep.

            Bu yüzden ustaya özel bir şey yapmamasını, odanın yönünün zaten onu özel kılacağını söylediyse de, usta ağayı dinlememiş, bir de işleme ustası getirmişti. Konağın yapımı en uzun süren odası burası olmuştu. Ahşapla dokunan her alan çok özel olmalıydı. Giysi dolabından gusülhanenin kapağına, süs gözlerinden tavan işlemelerine kadar her şey ağaya layık olmalıydı.

            Ağa odasından içeri her girdiğinde, ustanın inşaat sürecinde kendini bu odaya sokmamasını tebessümle hatırlardı. İçinden ‘Allah rahmet eylesin ‘ derdi. Ustanın ölümünü çok sonra duysa da, ölümünden kendini de sorumlu tutar, engel olabilirdim diye kendi kalbini ezerdi. Usta Ermeniydi, çok sonraları duymuştu hak etmediği bir muamele gördüğünü…

            Şakir Ağa hava güneşli ise bahçede dokuma tezgâhının yanında kahvaltı etmeyi çok severdi. Burada, Hanım Ağanın gençliğinde yün eğirmesini hatırlar, hanımına bugünlere gelmesinde payı olduğu için de minnet duyardı.

            O sabah yine hava güneşliydi. Yarısı sararmış çınar yaprakları güneşi daha da sarı yapmıştı gözünde. Kahvaltı arka bahçeye kurulacaktı. Ağa elini yüzünü yıkadı. Sargısını sarıp şapkasını giydikten sonra merdivenlerden aşağı inecekti ki, gözüne merdiven başında ki mahyada bulunan tarih ilişti. Binsekizyüzkırk yazıyordu. ‘Hey gidi’ dedi, adetti, inşaat bitince merdiven başına tarih atılırdı.

            Ustanın ;’ Çok güzel bir konağın oldu Ağam’ dediğini hatırladı. Ağa da ‘ hayır bu konak benim değil, kadir kıymet bilenlerin “yüz yetmiş yıl sonrasının da ‘ demişti.

            Sonra Mehmet Cantürk’ü bir el uykusundan uyardı. Fatma Hanım arka bahçede kahvaltıyı çoktan hazırlamıştı. 15.10.2012

   Koray Cantürk     

www.mudurnuhaber.com

Kültür Bakanını Sirtaki ile Karşılamak!

               Kültür Bakanını Sirtaki ile Karşılamak!

               Halk arasında gerçek ama “gülmece” gibi bir olay olduğunda tam Aziz Nesinlik deriz. Mudurnu’da yapılan bazı olaylar ve yapılan işler üst üste gelince bunları yazmaya karar verdim. Bu yazıda yapılmak istenen şunu bunu hedef almak değil, bir zihniyetin eleştirisidir. Ayrıca bu yazı biraz sizlerin öneri ve yorumlarınızla şekillenecektir.

            Yıllar önce Kemal Sunal’ın oynadığı ve bir bölümü ilçemizde çekilen ‘Deli deli küpeli’ filmi vardı. Kaymakam olmayan bir ilçeye tımarhaneden kaçan iki “deli”den biri karlar kalkmadan “kaymakam” olur. Yani önümüz kış bize de böyle biri gelir diye korkuyorum. Yorum yazan olur belki, yazan olmadan ben yazayım; aslında bize böyle biri gelse daha iyi olur, hiç değilse kar da geç kalkarsa kaymakamsız kalmamış oluruz. İşin şakası bir yana bir ilçede beş senede sekiz kaymakam ve onun da yarısı ya stajyer ya da vekil. Bir haftalık, üç haftalık, iki aylık beş aylık seç beğen al… Bazı ilçelerdeki adliyeler kaldırılıyor bu arada bizi de ilçe olmaktan çıkarsınlar madem devlet atayacak kaymakam bulamadı böylece bu sorunda ortadan kalkmış olur! 

 

             Yapamadığımız işlerden birisi hatta en önemlisi ilçemize yapacağımız işlerin yapımında ortak karar alamayışımız ve yapılacak işlerde kontrol sürecinde herkesin kendi bildiğini söylemesi. Bu durum böyle giderse maddi ve  manevi çok bedel öderiz. Birincisi herkes aklını başına alsın Mudurnu’da siyaset yapmak mı önemli, geleceğe dönük yaşadığımız çağa dair sorumluluklarımızı yerine getirmek mi? Başbakan geldiği zaman ‘Abant yolu yapılsın’ dedi,  bir bölümü yapılacak oldu eğimi daha da fazlalaştı ve yol yapımından sonra daha çok kaza olmaya başladı. Oysa bilenler bilir, kurt kapanı mevkiinden, Abant’ın tepeye kadar bir eşek yürütüp gittiği yeri işaretleselerdi yolun eğimi daha düzgün olurdu. Bolu yolunda çalışma var umarım kışa sonuçlanır, Nallıhan yolumuz her halde bir kış geçsin diye bekleniyor. Sivil toplumu iş yapım ve kontrol süreçlerinde karar mekanizmasına dahil edemezsek bu sıkıntıları hep yaşarız. Lider ve sözcü bir kişi olur ama kararlar ortak alınamazsa birimiz yapar birimiz bozar dururuz.

              Kaplıca sorununu ve hastane yerini kim çözecek? Kışın “Deli Kaymakam”gelsin çözsün diye mi bekliyoruz.

              Yine yapamadığımız işlerden biri yapılan bir etkinlik sonrası oturup olumlu olumsuz değerlendirmesini yapmıyoruz. Kendi adıma yakın zamanda yaptığımız festivale en kısa sürede katılanlardanım. Festival programı toplantılarından birine ‘Kent Konseyi Başkanı’ olarak davet edildim ve zaman ölçüsünde görüşlerimi söyledim. Festival konusu uzun bir konu ama kısaca bir iki şey yazayım… Birinci görüşüm festivallerde biz kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. Altı yıldır konakçılık da ”ev sahipliği” yapıyorum, festival zamanı bir Allah’ın kulu arayıp da ‘Siz de kültür festivali varmış geleyim mi?’ demedi. Bu konu araştırmalarıma göre ilçemizde ki konaklama yerleri için de aynı. Ulusal anlamda tanıtım yapamıyoruz çünkü festival çalışması devamlı bir kültür birimi tarafından bir yıl boyunca değil festivale iki ay kala başlanıyor!

               Kültür festivalleri bir ilçenin kültürel ve folklorik zenginliğini göstermek, tanıtmak ve yaşatmak için yapılır. Festivalde ilçemizde geçmişte yapılan el sanatlarından kaçını gösterebildik?  Ya da böyle bir çabamız oldu mu? Kendi kendimize erişte,yufka,dolmamı satıp duracağız?

                Kültür bakanı davet edildi, geldi. Liseli kızlarımız da olmasa bakanı “yeşil ördek” yerine ‘sirtaki’ ile karşılayacaktık. Nerde bizim çiftetelli, melek hanım, meşeli, Mudurnu zeybeğimiz? Bütün ulusların folkloru güzel ve ortak zenginliğimizdir. Buna itizarım yok ama festivale katılan yabancı folklor guruplarına da bizim seyirlik oyunlarını, birikmeleri, ahilik törenini, çiftetellimizi, melek hanımı, meşeliyi, zeybeği izletseydik onlar da bizi davet eder kültürel zenginliğimizi bu vesile ile duyurmuş olurduk.Kendi folklorumuzun tanıtım ve organizasyonunu yapamazsak yurt içi ve yurt dışından getirdiğimiz guruplarla nereye gideceğiz.Yönetimlerin görevi güncel işleri yapmanın yanında kendi kültürünü gelecek kuşaklarla da buluşturmak olmalı.

                Ayrıca gelen protokol konuk olduğu sürece bize tabi olmalı, bunu yapabilmeliyiz. Bunu yapabilirsek kültürel değerlerimizi daha iyi tanıtmış, zenginliklerimizi daha fazla göstermiş oluruz.

           Kısa sürede durduğum festival alanında protokol oturma biçiminde de sıkıntı vardı. İlçenin seçilmiş belediye başkanı nezaketen konuk gelen milletvekiline bakanın yanındaki yerini veriyorsa, bakanın yanında oturması gereken belediye başkanına da kim yer vermesi gerekiyorsa verecek.

               Sivil toplumu esnafı ilçe halkını karar süreçlerine katabilmeliyiz. Yapılan bazı işlerle ilgili kısaca düşüncelerimi yazmaya çalışayım.

                Çarşıda, pazarda, sokakta kaldırımcı dedemin ve daha eskilerinin emeği olan ne kadar taş varsa hepsini ortaya çıkarırdım. Esas zenginliğimiz bunlar! Asfalt, kilit parke ya da andezit taşı değil. Mudurnu’ya gelen andezit taşı, asfalt, kilit parke görmeye gelmez doğal olanı görmeye gelir.

                Çift yol başlangıcından itibaren direklerde ki ışıkları yeşil değil direkteki lamba ışığı tonunda ve amblemin çam değil eski çatı ve baca motiflerini çağrıştırmasını isterdim.

                Kırmızı-beyaz boyanan bordür taşlarının kahverengi-beyaz olması tarihi dokumuza daha uygun olurdu. Zira gelen konuklara girişten itibaren tarihi bir kasabaya geldiklerini hissettirmek çok önemli.

                Ana yurdu demir ağlarla öremedik ama Mudurnu’nun her yerini tellerle ördük. Mezarlıklar vb. çok güzel olan yerler var ancak kasaba girişi ve terminali ferforje ile yapılması daha uygun olurdu.  

               Geçtiğimiz aylarda Dokuder Derneği aracılığı ile kardeş belediye olma ve Eko yaşam alanları, müzeleri ile ilgili kültürel amaçlı ilçemize gelen ve İstanbul platformundaki Mudurnulu gönüllü arkadaşların da desteği ile ağırlanan İtalyan heyeti iadei ziyaret anlamında ilçemiz belediye ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerini davet ettiler.  Bu davete sivil toplumun da katılması, kardeş belediye ve kültürel devamlılık sağlanması amacıyla, kent konseyi, Dokuder,  Muktuder adına birer temsilcinin de katılması ve ödenek ayrılması için meclise önerge verdim. Bu ve diğer yapılacak işlerle ilgili görüşmelerde, meclisin sivil topluma, kültürel olaylara ve ilçe için yapılması gereken ve yapılan işlerde daha donanımlı olması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa sivil kuruluşlar işin takipçisi olmazsa seçilmişler tekrar seçilemeyince yapılan kültür alışverişi de biter.

             ÇEKÜL (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı)geçtiğimiz hafta Çekül vakfı başkanı ve beraberindeki delegasyon davetlisi olarak ilçemize ziyarette bulundu. Çekül vakfının web sayfalarındaki tanıtım yazıları şöyle idi; 

              “Belge bırakarak, üretilen değerleri yaygınlaştırarak, üretirken öğrenerek ve öğreterek, somut ve somut olmayan doğal, tarihsel, kültürel varlıkların kalıcılığını ve sürekliliğini dikkate alarak, ülkeyi dünyanın gündemine taşımayı, dün olduğu gibi bugün de ana hedeflerden biri olarak görüyoruz.”  Prof. Dr. Metin Sözen

Kurulduğu günden bugüne ÇEKÜL Vakfı yaptığı çalışmaları ve bağlı kaldığı ilkeleri kamuoyu ile paylaşmak amacıyla çeşitli yayınlar yapıyor ve etkinlikler düzenliyor. Çalışmalardan edinilen deneyim ve birikimi belgeye dönüştürerek geleceğe kalmasını sağlamak için çaba gösteriyor. Bu kapsamda yapılan çalışmalarda, Anadolu kentleriyle ilgili yapılan belgelemeler, belgesel filmler, kentsel ve kırsal yörelerde yapılan fotoğraf ve kamera çekimleri de arşivlerde yer alıyor. Yayın ve tanıtım etkinlikleri kamuoyunu bilinçlendirmenin yanı sıra, koruma politikalarının oluşmasında ve uygulanmasında etkin rol üstlenen kamu kurumları ile yerel yönetimlerin de yararlanacağı kaynaklar olarak önem taşıyor. Web sayfasına ana ilke olarak bunları yazan Çekül heyetine ilçemize yapmış oldukları gezide Mudurnu’da ve diğer tarihi kasabalarda, taşınmaz kültür varlıklarının nasıl restore edilmesi gerektiğine örnek olan, 1840 lı yıllarda ki yaşanmışlığı günümüze taşıyan “işletmeci” mantığı ile değil ev sahipliği ile Mudurnumuzun geleneksel kültür taşımacılığı ile kültür paylaşımını amaçlayan Hacı Şakirler Konağını gösterebilseydik Çekül’ün ana amaçlarında yazdıkları koruma politikalarının oluşmasına katkı vermiş olurduk.

          Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm bir konu daha var; ilçemizde restorasyon adı altında bir sürü yanlışlık yapılıyor. Tamir edeceğiz diye o güzelim işleme dolap kapılarını, konak kapılarını, balkon işlemelerini yok edip yeni ağaçları boyayıp sıvayarak eski yaşanmışlığı yok ediyoruz. Bu işi acil rant işi olmaktan çıkarıp planlanması ve işi bilen uzmanlarca kontrolünün yapılması lazım. Henüz turizm bürosunda görevli bir eleman bulamadık umarım daha fazla bozulma olmadan mimari anlamda geleceğimizi planlayan bir mimar buluruz.

Mehmet Cantürk

17.07.2012

www.mudurnuhaber.com